KAFAMI KAŞIR MISIN?

Geçtiğimiz hafta birkaç iş için Ankara’ya gitmiştik. Randevunun birisi sabah erken olduğundan akşamdan gitmek durumunda kaldık. Bizi karşılayan arkadaş da “madem akşamdan geldiniz, haydi bir ders ortamına gidelim” diyerek bizi aldı, Demetevler’e götürdü. 

Gündem depremlerden bahisle sıcaklığını koruduğu için, zamana ve mekâna uygun olarak Yirmi Üçüncü Sözün Birinci Mebhasinden bir yer okuduk. “İman tevhidi, tevhit teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül ise saadet-i dareyni iktiza eder.” cümlesi bağlamında hep beraber istifade etmeye çalıştık.

Şeriatın iki olduğu, müminin hem Kur’âni olan şeriata hem de kavanin-i adetullah denilen sebeplere riayet etmesi gerektiği, fakat neticenin Allah’a ait olduğundan sığınılacak yegâne kapının orası olduğu üzerine tefekkür ettik.

Pek çok depremzede insanımızın hem kalmak hem de tedavi için Ankara’ya geldiğini ve yakın bir arkadaşımızın hanımının tedavisi için burada olduğunu da orada öğrendik. Vakit geç olsa da ayakta olduğunu teyit edince ziyaretine gitmiş olduk.

Arkadaş, otuz yedi saat enkaz altında kalan hanımının anlattıklarını bize aktardıkça Allah’a hamd ettik. O süre boyunca ne acı, ne acıkma-susama, ne karanlık ve elini başına götüremeyecek derecede sıkışmış olmalarına rağmen ne de darlık çekmediklerini ilk ağızdan işitmiş olduk.

Çok daraldıklarında Allah’a sığındıklarını ve bir esintinin hem ciğerlerine hem de ruhlarına nefes olduğunu dinledik. Ezberlenmiş unutulmuş yerlerin o esnada taze ezber gibi nasıl zihne geldiğini, duraksamadan okunabildiğini duyduk. 

Biz oradayken on dördüncü ameliyatını olmuştu. Rabbim tez zamanda sağlığına kavuşmasını nasip eylesin, ona da cümlesine de…

Hastanede başka hastalar da var elbette. Bazıları için tedavi daha farklı ilerliyormuş. Bazı hastaların sıkışmadan dolayı oluşan hasardan mütevellid kesilen organları olmuş. Bu kardeşimiz, bir gün ameliyat sonrası beklerken, başka bir hasta getirmişler. Bu hastanın iki eli de kesikmiş. O hasta, hemşireye dönüp “Hemşire Hanım, rica etsem başımı kaşıyabilir misiniz?” diye seslenmiş.

Bunu duyduğum an benim için zaman durmuştu.

Hanımından rivayetle anlatan arkadaş, “Normal şartlarda insanın başını kaşıması ne kadar zor olabilir ki? Çekirdek çitlemekten daha kolay.” dedi ve ekledi, “İnsan elindeki nimetleri ancak elinden çıktığında anlıyor!”

Rabbim, ihsan ve inayet-i İlahi olarak üzerimizde gözüken nimetlerin farkında olmayı ve bundan dolayı sahib-i hakikisi olan Allah’a şükredebilmeyi nasip eylesin.

Bundan bir hafta önce Hataylı bir arkadaş da yaşanmışlardan şöyle bir şey aktarmıştı. Enkaz altında kalan bir anne, çocuğunun ayaklarını, üşümesinler diye bulduğu poşetlerle sarmış. Onu anlatırken de “Bir çorabın nasıl bir şey olduğunu o gün anladım” demiş. Altı üstü bir çorap, değil mi?

Fakat öyle bir zaman geliyor ki yokluğu bazen çok daha kötü sonuçlara kapı aralıyor…

Bu vesileyle, en yakınlarımızdan başlayarak, bazen içinde bulunduğumuz nimetin farkında olmaksızın “Kafa ütüleme, kafamı karıştırma, canımı sıkma, rahatımı bozma” dediğimiz insanlar geldi aklıma. 

Yukarıdaki meseleleri aktaran arkadaş hastanede hanımına bakıyordu. İyileşsin diye gayret ediyordu. Etrafında pervane olmuştu. Onun o halini görmek, şu cümleyi kurmayı istilzam etti:

Allah, nimetlerine karşı farkındalığımızı artırsın ve şükrümüzü daim kılsın. Hususan anne-baba, eş, evlad, arkadaş, hakiki dostların kıymetlerini bilmeyi ihsan ve ikram etsin.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s