Yaşadığımız elim deprem hadisesi, diğer yönüyle pek çok alanda tazelenmeye, farkındalığa da kapı araladı. Pek çok kavramın tartışılmasına, anlaşılmasına katkı sağladı. Bu süreçte benim dünyamda belirgin hale gelen kelimelerden bazıları da şunlar oldu: hayat üçgeni, cenin pozisyonu, kolon, secde, namaz, miraç.
Hayat üçgeni, bina çökerken, nesneler ya da mobilya üzerine düşen tavan ağırlığının bıraktığı boşluk olarak tarif ediliyormuş. Buna binaen evdeki ya da bulunduğunuz yerdeki eşyaları deprem enkazından mümkün olduğunca daha az etkilenecek şekilde ayarlamamız gerektiği tavsiye edilmektedir.
Konuyla ilgili olarak AFAD, “Varsa sağlam sandalyelerle desteklenmiş masa altına veya dolgun ve hacimli koltuk, kanepe, içi dolu sandık gibi koruma sağlayabilecek eşya yanına çömelerek hayat üçgeni oluşturulmalıdır. Baş iki el arasına alınarak veya bir koruyucu (yastık, kitap vb.) malzeme ile korunmalıdır. Sarsıntı geçene kadar bu pozisyonda beklenmelidir.” demektedir.
Bu pozisyon denilen de cenin pozisyonu. Dizler karna çekiliyor, baş ellerle korunuyor. Çocukların bunu alışkanlıkla daha rahat yaptığı ve korunmaya karşı bu şekilde hızlı tepki verdikleri de söyleniyor.
Cenin pozisyonu, aslında secde hali. Geometrik olarak da üçgeni ifade ediyor. Dolayısıyla secde, aslında hayat üçgenini temsil ediyor. Yogo vb. şeyler adı altında bu duruşun yani secde halinin insanın beden olarak en rahat ettiği pozisyon olduğu da konuşula-gelen şeylerden.
Bir Müslüman için ise Allah’a en yakın olduğu an secde. Namazla ilgili bir izahta şöyle bir cümle var: “Fıtraten ebediyeti isteyen ve ebed için halk olunan ve ezelî ve ebedî bir zatın aynası olan ve nihayetsiz derecede nazik ve letâfetli bulunan zîşuûr bir sırr-ı insanî, zînûr bir latife-i Rabbâniye şu kasavetli, ezici ve sıkıntılı, geçici ve zulümâtlı ve boğucu olan ahvâl-i dünyeviye içinde, elbette teneffüse pek çok muhtaçtır ve ancak namazın penceresiyle nefes alabilir.”[1]
Buradan hareketle de Miraç hadisesine kapı açıyor zihin. Zira kainattaki en büyük hadiselerden biri olan şu vakıa, Peygamber Efendimiz (sav) için Hüzün Senesi denilen, pek çok elim olayların ardından, adeta bir nefes alma ve hediye kabilinden gerçekleşmiştir. Bu rahatlama yolu, Efendimiz vasıtasıyla bütün insanlığa şamil olmuştur. Yani bu gecede insanlığa hediye edilen namaz, sıkıntı ve problemlerden kurtulmak için günde beş defa uygulanması gereken hem bir terapi hem de bir kulluk borcudur.
Cenin pozisyonu ile hatıra gelen secdenin zihni taşıdığı namaz ise, ona dair hadiste geçen direk tabiriyle bu kez zihnimi namaz-kolon ilişkisine taşıdı. Hadis-i Şerifte “Namaz dinin direğidir, kim onu terk ederse dinini yıkmıştır.”[2] denilmektedir. Bugünlerde depremle ilgili olarak -biz insanlara bakan yönüyle- kolon, statik, zemin gibi kavramlar çokça dillendirilmektedir. Ve hepimizce malum olduğu üzere Allah’ın koyduğu tabiat kanunlarına uyulmazsa zarar göreceğimiz açıktır.
Bunun gibi, dinin direği olan namaz da eğer hayatımızda temel direk olmazsa maddi-manevi zarar göreceğimizi, Miraç’la şereflenen ve bize dünya ve ahiret mutluluğunu getiren insanlığın en mümtazı Efendimiz (sav) söylemektedir.
Bu yaşayıp gördüklerimden ve zihni seyahatten bana kalan ise şu oldu: Biz insanlar Allah’ın hem irade ve kudret sıfatından gelen kevni şeriatına hem de insanın ef’âlini ve ahvâlini tanzim eden ve sıfat-ı kelâmdan gelen şeriaınta uygun hareket etmeliyiz. Kolonumuzu da sağlam yapmalıyız, namazımızı da doğru düzgün kılmalıyız.
Zira ecel değişmiyor. Sadece maddi tedbir alıp da insaniyet-i kübra olan İslamiyet’i hayatımıza taşımazsak malı kurtarırız belki, hadi ecel gelmedi canlı da kalırız. Ama nihayetinde ecel gelip ahirete gittiğimizde, tutunacak namaz ve sair ibadetlerden, kulluğumuzdan başka bir direk bulamayız!
[1] Sözler 93. https://oku.risale.online/sozler/yirmi-birinci-soz#93
[2] (Acluni, Keşfu’l-Hafa, II/31)