“Benim artık hiç ümidim kalmadı” dedi. Şaşırdım. “Hayırdır, neye ümidin kalmadı?” deyince de “Hiçbir şeye” cevabını aldım. Bu kez de içten içe “Niye sordum ki şimdi” diye hayıflandım.
Sonra hepimizin bildiği ayetin mealini hatırlatarak, “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.”[1] dedim. Bu kez aldığım cevap daha çok sarstı beni.
“Olur mu kardeşim!” dedi. “Görmüyor musun, kafir dediklerin deli gibi çalışıyor, hiç de ümitsiz falan gözükmüyorlar. Hani Müslüman dediklerin? Herkes şikayetçi. Herkes dert yanıyor. Her yerde faturalar konuşuluyor. Gençler ayrı ümitsiz. Şimdiden ‘Biz nasıl evleneceğiz, ne olacak bu işin sonu?’ diyorlar. Azıcık başını kaldır, etrafa bak!”
Kafası neye takıldıysa artık, hıncının birazını da benden çıkardı. Kendi haline bırakayım deyip uzaklaştım yanından. Fiziki olarak uzaklaşıyordum, fakat zihnim tersine gidiyor, söylediklerine daha çok yaklaşıyordu. Onlarla meşgul oluyordu.
Sonra içimde iki ses muhabbete başladı…
Kafirler… Hakikatin üzerini örtenler. Yani kâinatta hakiki sahip, var etme gücünün yegâne sahibi, her şeyin kendisinden olduğu yaratıcı, Allah bilgisinin üzerini örtenler. Kâinatı görüp, okuyup, ortaya çıkan mükemmel neticeleri Allah’a vermeyenler…
Böyleydi, değil mi?
Bu adamlar/kadınlar, hırsla dünyaya çalışıyorlar hakikaten. Son iki yüz yılın gelişen teknolojisi, biriken bilgisi, yer üstü/altı zenginlikleri ve para bunlarda; direkt veya dolaylı olarak. Ümidi olmayanın gayret ve çabası da olmasa gerek! Ama çalışıyorlar.
Evet, çalışıyorlar; kendi nefislerine ve nefislerini ilah yerine koyarak, kâinata sahip olma gayret ve duygusuyla çalışıyorlar. Kendilerini efendi görerek… her şeyin sahibi kendileri olduğu/olması gerektiği inancıyla/vehmiyle.
E, biz? Ya gerçekten Allah’ın gerçek tesir sahibi, yaratma gücü sadece O’nda olduğu, insanın neticeyi ortaya koyamayacağı, ancak çalışıp neticeyi Rabbinden beklemesi gerektiği hakikatini unutuyor, gaflet ediyoruz.
Ya da tevekkülü yanlış anlıyoruz.
Sonra şu ayet dikkatimi çekti: “İnsanlara bir nimet, bir bolluk tattırdığımızda onunla sevinip şımarırlar. Şayet kendi yaptıkları sebebiyle başlarına bir fenalık gelirse, hemen ümitsizliğe düşerler.”[2]
Evet, dedim. Her şey benim kontrolümde ve her şeyin tıkır tıkır gittiği zamanlarda, oh keyfime diyecek yok. En küçük aksilikte, planımın dışına çıkıldığında, istediğim olmadığı/gerçekleşmediği zamanlarda ise ümitsiz ve şikayetçi oluyorum.
Ki ayette denildiği gibi, çoğu zaman da sıkıntının kaynağı, benim yanlış tercih ve hareketlerimden kaynaklı oluyor. İrademin dışında şeyler var mı? Elbette var, hem de o kadar çok ki.
Elimde olmadığı ve lüzum da etmediği halde bazen oralara da el atmıyor değilim. Dertlenip şikayetlenmiyor değilim. Dairenin genişliğine ve bana dokunmasına göre değişiyor tabi bu durum…
Haberlerde vardı, bir haber sunucusu kadın doğalgaz faturasına veryansın etmiş, çok geldi diye. İçimden bir ses de kulak vermedi değil bu habere. Sonra her gün yenisi eklenen, ümidime kuvvet veren müjdeli haberlere kaydı gözüm. Petrol, doğalgaz, bor, altın…
Yer, zenginliklerini açığa vuruyordu. Her açılan kuyunun üzerine beton dökülüp burada bir şey yok hikayeleriyle büyüdüğümüz zamanları hatırladım. Belki o gün öyle olması gerekiyordu. Bazı şeylerin gizli/gözden uzak kalması gerekiyordu.
Ama şimdi… Şimdi işler değişmiş, iyi ve güzeli isteyenlerle Rahmet-i İlahiye mukarin olmuştu. Yeraltı zenginliklerimiz, kısa zamanda henüz yerüstünde olan bizlere müjde olarak haber veriliyordu.
Tedai işte… Hızır Aleyhisselamın Musa Aleyhisselama söylediği, “O duvar ise, işte o şehirde bulunan iki yetim erkek çocuğa âid idi; ve onun (o duvarın) altında, kendilerine âid bir hazine vardı; babaları da sâlih bir kimseydi. Böylece Rabbin, onların (o iki çocuğun) güçlerinin kemâle ermesini ve Rabbinden bir rahmet olarak (o yaşa geldiklerinde) kendi hazinelerini çıkarmalarını diledi!”[3] ayeti hatırladım, Allah’a hamd ettim.
Eğer konu maddi mesele ise, “Belki de zamanı gelmiştir, he” dedim kendi kendime. Buradan ümitli olabilirsin. Ama mesele, Allah ve ona kul olabilme şuuruna ermekse, o zaman şu yaşadığın ona vesile olsun, ki asıl zenginlik onu bulmaktır; onu bulan neyi kaybeder, onu kaybeden neyi bulur!
Dilimde şu duayla bitirdim, zihni seyahatimi: Allah imanımızı ve ümidimizi mahfuz kılsın. Âmin.
[1] Yusuf, 12/87
[2] Rum, 30/36
[3] Kehf, 82