Sabah bazı ihtiyaçları almak için evden çıktım. Samimiyet ve güler yüz bulabildiğiniz, ismen muhatap olabildiğiniz, selam alıp verebildiğiniz mahallelerin önemli uğrak mekanlarından olan bakkal/ımız/a yöneldim.
Araç yoğunluğunun artmasından sebep daralan sokaktan yürümeye başladım. Kaldırımların kaybolduğu sokaklarda yollar da kaybolmaya başlamıştı. Zira bin metrekareyi tamamlayan her müteahhit on iki veya on dört katlı binalar dikme yarışına girmişti.
Kentsel dönüşüm deniliyordu adına. Olası depreme karşı tedbir alınıyor, radyan temelli binalar dikiliyordu adım başı. Yerle bir olmanın endişesi, gökle bir olmayı netice veriyordu. Yükselen binaların arasında küçülen varlıklarımızla “dönüşüyorduk”.
Dijital dünyanın sanal genişliğinin bireyselleştirdiği insanlık için en iyisi buydu herhalde. Yüksek katlı ama kutu gibi evler vardı artık hayatımızda. Hayata en güzel ayna olan betonlaşan topraklarımıza bedel, Haman’ın kulesine eş yükselen binalarla ene’nin doruklarına taşınıyor, göğü delen taşlarla yükseldiğimizi zannederek küçülüyorduk. Yaratıldığımız ve her zaman yakın olageldiğimiz topraktan uzaklaşmakla gözden kayboluyorduk…
İstanbul’da yaşadığımız Küçükçekmece’ye bakıyorum ve sadece “Allah selamet versin!” diyorum. Eğimli bir konumdaki altı katlı binanın en üst katından gölü göremez olduk. Normalde etrafına bina yapılamaması gereken göl çevresi adeta kale duvarlarıyla örülmüş durumda. Ve hala bütün yatay söylemlere rağmen dikey binalar yapılmaya devam ediliyor…
Yan tarafımızda on dört katlı yeni bir bina hızla yükseliyor mesela. Marmara Denizi manzarası da kayboldu gitti anlayacağınız. Metrekaresini tamamlayan, parayı da bulmuşsa hak, hukuk, adalet, saygı hepsi bir tarafa burnunun dikine gidiyor.
Ya sokaklar? Akşama kadar korna sesi dinliyoruz. Sebep? Zaten daralmış -sözüm ona- ana cadde beton karma makineleri, hafriyat kamyonları ve kepçelerle iyice tıkandı. Bu haliyle canımızdan bezdiren bu durum, binalar bittikten ve bilmem kaç daireli giriş çıkışlar başladıktan sonra ne hale gelecek Allah bilir.
Dairesini “kentsel dönüşüme” kurban eden hemen kimse dönüp o dairede de oturmuyor bu arada. Dar ve küçük bulduğu için ya yine eski bir evde kiracı oluyor ya da satma veya kiraya verme düşüncesiyle kendini kârlı buluyor. Olan da mahalleye, sokağa, insana en çok da çocuklara oluyor.
Müteahhit memnun. Sapladığı hançerin bir yenisini bulmak adına yeni bir toprak işgali için cenge çıkıyor. Allem kullem yeni bir uru beynimize saplıyor. Suçu var mı? Yok. Her şey kanuni. Her şey resmi. Alev Alatlı’nın sözü kulaklarda çınlıyor tam bu sırada: “Her yasal hak helal değildir ve olamaz. Aslolan helalleşmek olmalıdır.”
Fakat bu durumda nasıl helalleşilir bilemiyorum.
“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” demişti Şeyh Edebali, Osman Gazi’ye. Şimdi yürüyecek sokak bulamadığımız ortamda “Binayı büyüt ki insan küçülsün” durumuna geldik gibi. Şehir nefessiz kaldı. Sokaklarda arabadan insana yer yok. Kısıtlı oyun alanları çocuklarımızı hızla dijital dünyaya itiyor. Daralan evler daralan ufukları, daralan ufuklar ise sadece denileni yapan, kapitalizmin ağına düşmüş, dünyaya perestiş eden insanlar üretiyor…
Kent böyle dönüşmemeli. Bu dönüşüm olası depremden korur mu bilemem ama insana faydası olmadığı net!
Doğru bir bakış açısı, tebrik ederim
BeğenBeğen