KUBBEDE GÖRÜNEN BİZ

Selimiye Camiine gittiğimizde o muhteşem kubbe bizi etkilemişti. Ters lale arayışı ve hikayesi ve kubbenin ihtişamı hakikaten harikuladeydi. Bu sabah bu ayrıntıları tekrar hatırladım. Zira içinde taşın geçtiği bir müzakeremiz oldu.

Taş demişken, taş acayip bir ayrıntıdır. Dinden örfe, kültürden coğrafyaya, kitaptan binaya, değerden mezara çoğu yerde kendine yer bulmuş, hayatın temeline oturmuş bir güzelliktir. En çok araştırılacak ve ders alınacak önemli bir aynadır.

Taşın müzakerede yer alması beni Selimiye Camiine, o da şu hikâyeye taşıdı:

Bu arada hikâye deyip geçmeyin. Hikayeler bazen bir hakikatin ucunu yakalamak için önemli bir anahtardır. Neyse, hakikatini Allah bilir ama anlatılan ve aşağıda anlatacaklarıma destek verecek şöyle bir hikâye var. 

Efendim, bir gün Selimiye Camii’ne girenler, kubbenin altında bir Japon’un ayaklarını kıbleye doğru uzatmış sırtüstü yattığını görmüşler. Sadece gördüğüne tepkisellikle -ki bu genel bir durum bizde çoğu zaman- hemen Japon’u, “Burası mukaddes bir yer. Bu şekilde yatmak bizim inançlarımıza göre saygısızlıktır. Lütfen oturun veya ayakta durun” diyerek uyarmışlar.

Ancak, Japon gözlerini kubbeden ayırmadan şöyle sayıklıyormuş; “Bu imkânsız. Ben yılların mühendisiyim. Bu kubbe var olamaz. Hayal görüyorum. Bu kubbenin orada o şekilde durması fizik ve matematik kurallarına aykırı. Bu imkânsız, orada hiçbir şey yok, orada hiçbir şey yok…”

Mimar Sinan’ın Selimiye Camii’nin kubbesini 31,25 metre çağındaki o genişliğe oturtmak için on üç bilinmeyenli bir denklemi matematiğin bilinen dört ana işleminden farklı beşinci bir işlem oluşturarak çözdüğü söylenir.

Doğrudur, ortada bir matematik var.

Ama bunun yanında bir de fıtri güzellik var…

O da: Bir ustanın eline girip kemalat elde eden taşların, benliği bir tarafa bırakıp, diğer taşlarla omuz omuza verip hem böyle bir güzelliğin ortaya çıkmasına vesile olmak hem de aşağı düşmekten kurtulmak meylidir.

Bu fıtri bir meyildir. Taşta olan bu birlikten kuvvet ve güzelliğin çıkma keyfiyeti, aslında her şeyde vardır. En olması gereken yer de insandır.

Toplum da bir kubbe gibidir. Toplumları sükuttan kurtaran omuz omuza olmaktır. Omuz omuza olabilmek için de kişinin çıkıntılarından kurtulması gerekir. Bir ustanın elinde işlenmek gerekir. Ben değil, bizi öncelemek gerekir. Ki toplum, kubbe gibi sağlam ve muhteşem olabilsin.

Selimiye Camii

Bunlar zihnimde dönüp dururken kendimi ayaklarımı ne tarafa uzattığımı bilmeksizin sırt üstü yatmış ve adeta bir kubbe olmuş toplumumuzu izlerken buldum. “Bu olamaz” diyordum. “Bu biz olamayız.”

Arkadaşın seslenmesiyle kendime geldim. 

Sonra kendime baktım. Ben de bu kubbenin bir taşıydım. Çıkıntılarım var mı, nelerdir diye sordum hızlıca kendime. Ya eksik yönlerim? Kubbenin ayakta kalabilmesi için fazlalıklarımın değil de olması gerekenlerin nerede olduğunun kısa bir muhasebesini yaşadım zihnen.

Bir anda kendimi boşlukta bulduğumu hissettim. O refleksle bir yerlere tutunma ihtiyacı hissetmişim. İçimden kendime “Tam olmamışsın” diyordum. “Taş bile yontulmuş, kıvama gelmiş, omuz omuza vermiş, yüzyıllardır ayakta duran şu güzelliğe malzeme olmuşken sen hala olamamışsın” diyordum.

Madem Baki’nin dediği gibi “Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş”, o zaman hoş bir kubbe için boş işleri bırakmak ve gücün ve güzelliğin ortaya çıkacağı birlik ve beraberliğe kuvvet verecek kıvama yürümek lazım deyip, sabahki hissemi aldım.

Bildim ki ben olmadan, biz olmaz!

Selam olsun Sinan’a…

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s