ARABESKİN BAŞLAYIP BİTTİĞİ YER

Her sabah olduğu gibi bugün de müzakere ediyorduk. Konuşulan meselelerden tedai ile zihnime arabesk taşınmış, “İşte” dedim “burası arabeskin başladığı yer!” Herkes bi durdu önce, sonra mevzu Timurtaş Hocanın vaazına taşınıp tatlıya bağlandı.

Ortamda bulunan ve genç bir İmam-Hatip öğrencisi olduğu zamanlarda rahmetli Timurtaş Hocayı dinlemek için Şehzadebaşı Camiine giden bir arkadaş, bir hatırasını anlattı. Hoca vaaz ederken, yeri gelmiş, “Neden saçların beyazlamış, arkadaş?” şarkısının “Yıllardır soruyorum bu soruyu kendime / Allah’ım, bu dünyaya ben niye geldim?” cümlelerine atıfla, “Adam daha dünyaya neden geldiğini bilmiyor” diyerek sözlerine devam etmiş.

Arabesk böyleydi, hep bir isyan, hep bir sitem, hep bir başarısızlık, hep bir dertlenme, hep bir ümitsizlik hali…

Ama neden?

Arabeskin 40’larda yasaklanan Arap müziğinin yansıması olarak çıkarılan ve dünyamıza sokulan tarihçesinden bahsetmeyeceğim burada. Ben müzakere ettiğimiz konu çerçevesinde, o esnada kalbime gelen bir değerlendirmeyi paylaşmak istiyorum sizlerle.

Şöyle bir cümle vardı: “Bütün lezzetler imanda olduğu gibi, bütün elemler de dalâlettedir.” Ve şöyle izah ediliyordu:

“Bir şahıs, kudret-i ezeliye tarafından, yokluk karanlıklarından şu korkunç dünya çölüne atılırken gözünü açar, bakar. Bir lütuf beklediği zaman, birdenbire düşmanlar gibi hastalıklar, elemler, belâlar hücum etmeye başlarlar. Bir medet, bir yardım için yalvararak tabiata ve unsurlara baktığı vakit, kalp katılığıyla, merhametsizlikle karşılaşır. 

Gök cisimlerinden yardım istemek üzere başını havaya kaldırır. O cisimler, atom bombaları gibi dehşetli ve heybetli hâlleriyle gözüne görünür. Hemen gözünü yumar, başını eğer, düşünmeye başlar. Bakar ki, hayatına dair olmazsa olmaz ihtiyaçları bağırıp çağırmaya başlarlar. Bütün bütün korkarak hemen kulaklarını tıkar. Vicdanına sığınır. 

Bakar ki, vicdanı binler arzu ve isteklerle dolu gürültülerinden cinnet getirecek bir hâle gelir. Hiçbir cihetten hiçbir teselli çaresini bulamayan o zavallı şahıs, başlangıç ile dönüş yerini, her şeyi sanatla yaratan Allah ile öldükten sonra dirilmeye inanmazsa, onun o vaziyetinden acaba cehennem daha serin olmaz mı?

Evet, o biçare, korku ve heybetten, acz ve titremeden, vahşet ve gönül darlığından, yetimlikle ümitsizlikten bir araya gelmiş bir vaziyet içinde olup, kudretine bakar, kudreti âciz ve eksik. İhtiyaçlarına bakar, karşılanacak bir durumda değil. Çağırıp yardım istese, yardımına gelen yok. Her şeyi düşman, her şeyi garip görür. 

Dünyaya geldiğine bin defa nedamet eder, lanet okur.”

İşte tam da burada, arabesk bu zaman başladı herhâlde demiştim. Zira kendime baktım, yukarıda anlatılan hali yaşar bir durum yoktu. Fakat zaman zaman arabeskin tınısıyla kulaklarımdan giren bazı cümlelerin dudaklarımdan döküldüğüne şahit oluyordum. Neden?

Anladım ki çoğu zaman, her şeye o şeyin zatı cihetiyle muhatap oluyoruz. Beklentilerimiz karşılanmayınca da arabeske bağlıyoruz. Halbuki hakikatte her şey Allah’ın mahluku ve onun emriyle hareket ediyor.

Çözüm olarak da aşağıda şu cümleler vardı:

Fakat o şahsın, sırat-ı müstakime girmekle kalbi ve ruhu nur-u imanla ışıklanırsa, o karanlıklı evvelki vaziyeti nurani bir hâlete inkılap eder. Şöyle ki: O şahıs, hücum eden belâları, musibetleri gördüğü zaman, Cenâb-ı Hakk’a istinat eder. Müsterih olur.

İşte dedim, arabeskin bittiği yer…

Zira Rabbini bulan her şeyi bulur. “Yıllardır soruyorum bu soruyu kendime / Allah’ım, bu dünyaya ben niye geldim?” cümlelerinden kurtulur.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s