Bu sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra güzel bir program davetine icabet için çıktım evden. Ev civarı hareketlenmeye başlamıştı. Evin geniş yeşil bir alana bakıyor olması güzel, fakat hafta sonları sokağa ve civara girip çıkmak ayrı bir mesele olabiliyor. Zira insanlar malzemelerini taşımamak adına araçlarıyla geliyorlar, pazar kahvaltısı ve çocukların eğlenmesi için. Yeşil alanların artması lazım diye geçirdim içimden.
Şehrin ve insanların nefes alması için daha çok geniş ve yeşil alan şart…
Sonra çok kullanılan ama Halkalı’ya doğru ilerledikçe daralan Aşık Veysel caddesine indim. Kalabalıktı. Hava ısınmaya başlamış, sıcak ve lüzumsuz yoğunlaşan trafiğin varlığı ruhumu sıkmaya başlamıştı. Daha geniş olmalı bu yol dedim içimden. Daha rahat akmalı trafik. Ruhumuzu daraltan darlıklardan kurtulmalıyız, dedim.
Kalpten kalbe giden yollar da dahil daha geniş, daha eslem, daha güvenli yollar açmalıyız…
Basın ekpres denilen havalimanı (şimdilerde yukarıda bahsi geçen geniş yeşil alan olmaya hazırlanıyor, şükür) yolunu Başakşehir tarafına bağlayan yol açıktı. Henüz hareketlenmemişti. Yolda çokça düğün arabaları gördüm. Sevindim. Kornalarına eşlik etmeye çalıştım. Ailenin yıpratıl/maya çalışıl/dığı şöyle zamanda aile olman neşesini yaşayan insanları görmek iyi geldi. “Allah bir yastıkta kocatsın” cümlesi parladı zihnimde bir an. Toplumu inşa eden en önemli kurum olan aile ve insanın en birinci ve önemli muallimi olan anneleri düşündüm.
Allah hepimize istikamet, sebat ve selamet versin dedim yine içimden.
Şu zamanda düğün yapmak/ evlenmek/ yuva kurmak zor diyenlerin sesleri geldi kulağıma uzaktan uzağa. “Allah ev yapanla, evlenene yardım eder” cümlesi çınladı sonra. Amenna dedim, yardım et Allah’ım; ailemize, bize, yavrularımıza, ev kuranlarımıza, kuracak olanlarımıza…
Parasızlık ya da pahalılık evsizliğimiz, ailesizliğimiz olmasın…
Derken Emin Saraç İHL’sine geldim. Program buradaydı. Kızım geldi aklıma. Bu sene LGS hazırlık. Buranın İngilizce olan programı iyi diyorlardı, puanı da varmış gerçi. Neyse dedim, hele 5 Haziran’ı atlatalım, bakarız sonra…
Ben neden buradaydım? Evet, Cemre Okullarının hafızlık icazet merasimi vardı. Davete icabet lazım. Tabii bir de ortamı yaşamak. Güzelliğe ortak olmak. Hissedar olmak…
Nur Haktan sunuculuğunda başladı program. Konuya dair espriler ve sunumla devam etti. Temel’in İslam’ın şartı kaç sorusuna verdiği 40 cevabı, bağlamıyla beraber yerine oturan ve ortamda bulunanlara, bulundukları yerle (Cemre Okulları) ilgili net bir cevap niteliğinde oldu, benim nazarımda.
Senegalli Vedud’ün Kur’an tilaveti ve akabinde hâfize evlatlarımızın nedimeleriyle birlikte salonu teşrifleri başladı salavatlar eşliğinde. Biz de eşlik ettik. Efendimiz (sav)’e salavat getirdik.
Akabinde, erkeklerin de dahil olduğu kısımda, babalar tek tek davet edildi. Babalar kızlarına çiçek verdi, okul da babalara plaket. Kızını alnından öptü babanın birisi; bir başka hâfize babasının elini. Ve devam etti diğerleri bu minvalde… Duygulandı bir kızımız, göz yaşları bizi de ağlattı. Yirmi kızımız bu şekilde babalarıyla buluştu. Kucaklaştı.
İlk defa mı oluyor canım sen de? Değildir ama hiçbirisi böyle değildir. Babaların gözlerindeki merhamet, sevinç ve mutluluk bambaşkaydı. Ahirette giyecekleri taç başlarında parlıyordu adeta…
Kızları hafızlığını tamamlayan babalar ve anneler mesrurdu, olmayanlar da kendi evlatları için duacı. Bu güzelliğin güzelliği müftünün konuşması ve duasında da vardı. Âmin dedik hep beraber…
Tanıtım filmindeki Konfiçyüs’e ait şu cümlenin tadı damağımızda kalarak ayrıldık mekândan/ortamdan. “Eğer planınız bir yıllıksa pirinç ekin. Eğer planınız on yıllıksa ağaç dikin. Eğer planınız yüz yıllıksa çocukları eğitin.”