Bayram vesilesiyle memlekete geldik. Pek çok güzelliklerle muhatap olduk. Fakat duyduğum bir konuya üzüldüm. Köyde insanlar evlerine kamera takmaya başlamışlar. Bayramda ziyaret ettiğimiz akrabalarla konuşulan öncelikli meselelerden birisiydi bu. Onlar da köydeki evlerine, hatta malzeme bulundurdukları yerlere kamera taktırmayı düşünüyor, nereden/nasıl yaptırsak, kaça/neye mal olur muhabbeti yapıyorlardı.
“Hayırdır!” dedik, “Mesele nedir?” Efendim mesele, para eder durumda olacak demir vb. malzemelerin çalınmasından ibaretmiş. Bir kısım insanlar, insanların tırmık, pulluk gibi alet edevatını çalıp satıyorlarmış. Çareyi kamera taktırmakta bulmuşlar, çare olursa…
Bunları duyduğumuz bu günlerde sosyal medyada rast gelmiştim, Çin’de bulunan bir Türk vatandaşı “Benim sokakta kaç kamera var, sayın bakalım” diye bir fotoğraf paylaşmış. Altına yorum yazanlar da “Sen benim mahalleyi gör”, “Çin’de 200 milyon kamera var”, “İngiltere ondan aşağı mı?” gibi cümleler sarf etmişler. Filmlerde gördüğümüz kamera takip sistemleriyle suçlu takip ve tutuklama, hatta suç öncesi önlemeye doğru giden bir durum kendisini göstermeye başlamış… Meğer bunlarla ilgili epeyce haber de yapılmış…
Bu tip önlemler suçu önler mi? Zor. Caydırıcılık tarafı var mı? Evet.
Peki, bırakalım insanlar suç mu işlesin? Elbette hayır! “Ya ne yapacağız?” denirse de şunları söyleyebilirim. Bir şeye dışarıdan müdahale her zaman zordur. Yapıcı değil, yıkıcıdır. Mesela tohum. Tohumun içinde mukadder bir ağaç vardır. Şartlarına uygun olarak toprağa atar, sular, bakımını yaparsanız, nihayetinde bir ağaç ve meyvelerini elde edebilirsiniz. Ama bunun içinde ağaç var, haydi kabuğunu soyup içindeki ağacı çıkaralım derseniz, tohumu ve mukadder ağaç ve meyvelerini kaybedersiniz.
İnsan da böyledir. Kemale taşıyacak sistemleri, zararlardan koruyacak cihazları kendi içinde mündemiçtir. İnsan, insan olma kabiliyetiyle beraber yaratılmıştır. Mesele şu ki dışarıdan müdahaleyle değil de kendi içindeki sistemleri aktif hale getirilebilsin.
Bunun için öncelikle insanın fabrika ayarlarına dönmesi gerekir. Yeter mi? Hayır! İnsan dünyaya geldiğinde bu ayarlarıyla gelir. Lakin akıl baliğ olduğundan itibaren insaniyet-i kübra olan İslamiyet ve insanı insan kılacak hakikat bilgisiyle kemale erer. Eğer bunlarla terbiye edilmezse çürüyen tohum gibi, cehenneme layık bir odun haline gelirken, ateşi dünyada hem kendisine hem de etrafına zarar verir.
Dolayısıyla insana çip de taksanız, 200 değil milyar kamera da koysanız yapacağını yapmaktan geri durmayacaktır. Ancak iman başka. Allah’a ve ahirete iman eden bir insandan emin olunabilir. Meleklere iman edip her amelinin kaydedildiğini ve günü geldiğinde hesabı sorulacağına iman edip izan ile yaşayan bir insana güvenilir. Onun içindir ki denilmiş: “Kork Allah’tan korkmayandan, korkma Allah’tan korkandan…”
Bugün yanlış yapılan şeylerden birisi şudur: İnsanın rahmani tarafı ihmal edilip nefsani tarafları şımartılıyor. Bunun için elden gelen her türlü şeytani işler yapılıyor. Zarar dokunmaya başlayınca da güya tedbir alınıyor. Hariçten yapılan bu tür palyatif/köksüz çözümler ise ancak kamera satışlarına katkı sağlıyor.
Gediğimiz noktada Nasreddin Hocaya atfedilen başka bir hisseli kıssa burada yer almaya hak kazanır. Adamın birisi Hocaya gelip “Hocam! Benim iki oğlan var. Senin tedrisinden geçsinler istiyorum. Ancak birisi biraz bilir, diğeri sıfır kilometredir” der. Hoca da “Tamamdır, bilenden on kuruş, bilmeyenden beş kuruş alırım” diye karşılık verir. Şaşıran adam, “Hocam ters söyledin galiba” deyince, “Hayır! Biraz bilenin iki işlemi var. Önce silip sonra yükleyeceğiz, ondan öyle dedim” der.
Son birkaç yüzyılın insanlığa bulaştırdıkları kolay şeyler değil. Fakat iman öyle bir nurdur ki, ışık hızından daha hızlıdır. Bir bakmışsınız her taraf imanın nuruyla lebalep doluvermiş. Bütün şehrin elektriğinin bağlı olduğu şalteri kaldırmakla şehrin aydınlandığı gibi, İslam’ın nuru bütün dünyayı sarıvermiş.
Yeter ki insanı ve fıtratını muhatap alarak çalışalım ve masrafları kameraya değil, insana yapalım…