Kış aylarında babam bize, İstanbul’a gelir. Biraz da mecburiyetten altı aylık İstanbul hayatı olur. Hıdırellez zamanı gelip de memlekete her dönüşte bir hürriyet sözü/esprisi çıkar ağzımızdan. Zira İstanbul’da olduğu süre -ağırlıklı olarak dört duvar arasında kalmaktan bahisle- bir mahpus hayatı gibidir. Yola revan olup, hele İstanbul trafiğini de geçip memlekete yaklaştıkça yüzü güler, yanaklarına pembelik gelir.
Onun için bir bayramdır…


Bu sene genel havadan etkilenmek ve fiili dua kabilinden katkıda bulunmak manasıyla ve ihtiyaç da duymadığımızdan salonun peteklerini kapatmış, tasarruf etmiştik. Havalar nispeten iyileşince salonu kullanıma açtık. Baktım ufaklık yerinde duramıyor. “Hayırdır!” dedim. “Çok heyecanlıyım” diye cevap verdi. Sebebini sorduğumda “Salon açıldı ya” dedi. Meğer çocuk daralmış. Şimdi Bayram vesilesiyle geniş alana, memlekete, doğaya, eş dost akrabaya açılınca çocuk daha da bir açıldı, bir ferahladı.
Bayram biraz da ona gelmişti. Onun için iki kere bayramdı…
Sadece ufaklık mı? Elbette değil. Büyüğü LGS denen şu şeyle muhatap. Benden çok masa mesaisi var. A ile E arasında gezip duruyor. Şıklar, şıklar, şıklar… Beklentilerin stresi altında mağdur, harbi mağdur.
Ya evin kahramanı anne? O da dört duvar mağdurlarından. Bitmeyen ve sürekli tekrarlayan ve konsepti de değişmeyen mekân çıkmazının içerisinde mahzun. Aile olmak kurtarır mı? Evet. Ama konseptin, mekânın, alışkanlıkların dışına çıkmak da en çok onların hakkı.
Bu bayramla beraber onlara da birkaç kez bayram…
Toprağa değmek… Toprağın mahsulünü direkt aracısız alabilmek… Oksijeni bol bol ciğerlerine çekebilmek… Uzun zamandır göremediğin insanlarla görüşüp muhabbet edebilmek. Memleket dediğin, hayatında en kalıcı zamanlarını geçirdiğin yerlere, vesileyle zamanlara gelmek, elbette bana da iyi geldi. Annemiz böyle bir mayıs ayında ahirete gitse de ana eli değmiş, çocukluğun damak tatlarına, en çok da hatırasına uzanmak… ne bileyim nasıl cümle kurulur… sadece hisset ve orada kal…

Bu İstanbul ayrılığı bana da ayrı bir Bayram oldu. Bayram bir kere daha Bayram oldu…
Son teravih için mahalle camiine gitmiştim. Maalesef saflar az, boşluklar çoktu. Allah kabul etsin, olanlarla eda ettik. Yanımda, namazını sandalyede kılan amca bir ara elini omuzuma dokunup yeri işaret etti. Baktım bir çivi var. Alıp kenara koydum. Amca gayet ciddi “Ben senin zannettim” dedi. Gülümsedim, “Amca o benim değil, dünyanın çivisi” dedim. Öyle baktı…
Ve bu sabah tekrar aynı camideydik. Bu kez saflar dolmuştu. Küllense de içinde imanın parıltısı var olmaya devam eden ehl-i iman camiyi doldurmuştu. Üfleyip ateşi harlamak istedim. Kuvvetle, daha kuvvetle üflemek… Tekbirlerin Endülüs’ten Çin’e işitildiği kuvvetle ışık verdirecek kadar üflemek. Benimki niyet olur ancak. Dua olsun. Siz de “Âmin” deyin de Rabbimin kudreti, rahmeti, inayeti yar olsun, ateş tutuşsun…
Bir kısım cemaat çıkmaya mailken, diğer bir kısmı imamla birlikte bayramlaşma ameliyesindeydi. Bacaklarım uyuşmuş, millet çıkana kadar kaldım yerde. Akabinde eve doğru yol almaya başladık. Güzel bir havası olur yolun o saatte. İnsan seli akar. Trafonun, yukarı yol ayrımının olduğu yere gelince birisi bent olur, durur. Arkasından gelen kalabalık da durur ve mahalleli senede iki kere mukim olanı-müsafir olanı birbirini görür, bayramlaşır, selamlaşır, halleşir. Güzel adettir. Görmediklerini görür, unuttuklarını hatırlarsın.
Bayram böyle bir de mahalleye gelir…

Hutbede şöyle demişti hoca efendi: “Ramazan mektebinde orucun tedrisinden çıkıp Allah’ı zikretme ve Allah’a şükretme, birlik beraberlik, sürur günleri olan eyyam-ı mübarekeye, bayrama ulaştık.
Hamdolsun ulaştık. Bir de böyle bayram idraki yaşadık.
Bayramınız mübarek olsun. Her gününüz bayram günleriniz gibi olsun. Dahası Cennet bayramına kadar, her günümüz Ramazan bereketinde yoğrulsun.