Eskiden her şeyin bir edebi vardı. Az çok saygı çerçevesinde hareket edilirdi. Ramazan ayı geldiğinde cinni şeytanlar bağlandığı gibi, insanların açıktan günah işleyenleri de kendisini nispeten perdeler, mesela bu ayda lokantasını, kahvehanesini açacak olanlar camlarını gazete ile kapatır, oruç tutmuyorsa da gizliden hareket etmek öncelikli olurdu.
Şimdilerde, günahını aşikâr etmeyi maharet zanneden ve bunu da inançlarla ve inananlarla alay konusu yapacak şekilde ortaya koyan, kimi rakı masasında, kimi meclis kürsüsünde boy veren zincirsiz, edepsiz tipler türemeye başladı…
Geçtiğimiz çarşamba akşamı, Kur’an’da bin aydan hayırlı olduğu beyan edilen, seksen senelik istikametli bir ömür kazancını elde etmeye vesile olacağı müjdelenen Kadir Gecesinde, bir gurup fasık, sosyal medya vasıtasıyla bir fotoğraf bıraktı geceye. Duaların makbul olduğu bu gecede bütün ehl-i imanın lanetini ve bedduasını aldılar, ne acı!
İnsan işte… Ne yapıyorsa kendine, kendi eliyle yapıyor. Kendisini ilan/aşikâr ediyor. Verdiği fotoğrafla kayıtlara giriyor. Amelini tescilliyor. Ben buyum, aman kaçırmayın diyor.
Dünyada bu işlerin bir yaptırımı olacaktır, oldu da. Bağlı bulundukları firma işten çıkarmış yazıyor haber siteleri, sosyal medya haberleri. Bu mu peki? Elbette değil. Kamu hukuku ne olacak? Vicdanlarda açılan yaralar ne olacak? Allah’a ait hukuk ne olacak? İşten çık/ar/makla çözülür mü bunlar? Her bir inanç sahibi için ayrı ayrı dava açılmayacak mı mahkeme-i kübrada?!
Dostlar!
Yapılan hareketler, bazı insanlar ve çevreler için sempatik olabilir. Anlık bir haz verebilir. Bu hale sevinenler şeytanlar ve ancak onların dostları olabilir. Ama bütün iman sahiplerinin lanetine uğramanın ağır etkisini hiçbirisi silemez. Bu leke dünya ahiret insanın yakasına yapışıp kalır, sonuçları olur.
Onun için insan verdiği fotoğrafa dikkat etmeli. Ve bakmalı, bu fotoğrafa kim sevinir, kim bundan nefret eder. Tercihi şeytan ve aveneleri yönündeyse “zarara rızasıyla girene acınmaz” kaidesince merhamet edilmez, “Allah bildiği gibi yapsın” denilir.
Değilse bütün ehl-i imanın duasını aldığı gibi, Rabbinin de sevgisine ve rahmetine mazhar olur. Şeytanlar üzülebilir, canları sıkılabilir; beter olsunlar, çok da tın! Unutmayalım ki hâkim olan Allah’tır ve esas olan onun rızasını kazanmaktır.
Dün akşam, Allah kabul etsin yatsı namazını ve teravihi kıldıktan sonra salate’n-nariye hatmimiz oldu. Bilen bilir. Sayı için taneler ve her okumadan sonra o tanelerin üzerine atıldığı bir sergi vardır. Taneler atıldıkça o sergiye, mükevvenat ve içindeki galaksiler ve gezegenleri andıran bir resim çıkar ortaya. Eşref-i mahlukat olan insanın, içinde yaşadığı kâinatı idrak ettiği ve okuduklarıyla sahibini izhar ettiği bir manevi resim sergilenir.
Hani namaz için iftitah tekbiri alan bir insanın elinin tersiyle dünyayı geriye attığı, namazın müminin miracı olmak ve miracın da Efendimiz (sav)’in kâinatın sınırına ulaşmış olması gibi, salate’n-nariye hatmindeki o fotoğraf da ulaşılan şuur ve idrak sınırıyla kâinatı ve sahibini anlamaya yönelik bir fal-i hayırdır, ameldir, ulvi bir fotoğraftır. Şeytanları kızdırır ama ehl-i imanın dualarına iştirakle kalbi birlikteliği ve huzuru verir.
Dün akşam her attığım tanede bu hissiyatı yaşadım.
Tesbihat devam ederken, katılanlardan birisinin çocuğu geldi ortama. Babasının yanına oturdu ve “Baba, siz oyun mu oynuyorsunuz?” diye sordu. Gülümsedim. Atılan taneleri bir oyun gibi gören çocuk, babasının okuyup verdiği taneleri daha uzağa atabilme ameliyesine girdi ve her attığında “Ben kazandım!” diyordu.
Evet, kazanmıştı. Ortamdaki herkes kazanmıştı.
Ve melekler de bu fotoğrafı arşivine koymuşlardı…