Belki eskidir ama ben bugün, karşılaştığım bir video üzerinden bakmak ve görmek istiyorum. Video Selçuk Bayraktar’a ait. Ve kısa bir bölümü alınmış videoda şu sözler söyleniyor:
“Bir mücadeleye veya bir kavgaya girdiğinizde ne işe karşı etmenleri veya düşmanı büyük ne de küçük görmelisiniz. Ne kendinizi çok büyük ne de çok ufak görmelisiniz. Ne kazanacağınızı ne de kaybedeceğinizi düşünmelisiniz. Sadece o mücadeleye odaklanmanız lazım. Yapmanız gereken şey bu. Kazanıp kazanamayacağınızı bilmiyorsunuz. Ama yapabileceğiniz ve sonuca gerçekten etki edebilecek sonuç Allah’ın elinde. Ama gayret ve niyetler sizin elinizde. Bunları değiştirebilirsiniz. Bu imkân var ama sonuç Allah’ın elinde, onu bilmiyoruz. Korkarak yapabileceğimiz hiçbir şey yok.”
Evet, gayret ve niyetler bizim elimizde… Sonuç ise, Allah’ın elinde. Bir hakikati bilip ona göre davranabilmek kadar güzeli yoktur. Bu, insanı her türlü beklenti ve sıkıntılardan kurtaran ne güzel bir alt yapıdır.
Ben bir kulum.
Benim vazifem, güzel bir niyet ve sebepler tahtında planlanan işe gayret etmek.
Netice Allah’a ait.
Nasıl isterse öyle verir.
Bazen müspet, bazen menfi.
O takdir, Allah’a aittir.
Benim bu noktada bilmem gereken ise, her durumda Allah, benim için en iyisini takdir edendir.
Birisinde şükrederim, diğerinde ise sabır içinde şükrederim.
Yukarıdaki satırları okuduğumda zihnimde iki anekdot belirdi. Birisi Celaleddin Harizmşah’a ait, diğeri Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerine.
Celaleddin Harizmşah, Harzemşahlar Devletinin son hükümdarıdır, İslam kahramanıdır. Moğol istilalarına karşı bir sed gibi durmuş, Cengiz’i ve ordularını defalarca yenilgiye uğratmıştır.
Yine sefere çıkacağı bir zaman vezirleri ve halkı ona, “Sen muzaffer olacaksın, Cenâb-ı Hak seni galip edecek.” demişler. O da onlara ders niteliğindeki şu harika cevabı vermiş:
“Ben Allah’ın emriyle, cihad yolunda hareket etmekle vazifedarım, Cenâb-ı Hakk’ın vazifesine karışmam; muzaffer etmek veya mağlup etmek, onun vazifesidir.”
İşte teslimiyetin ve hakikatin şu sırrını anlamasıyla, çok defalar Allah onu harika bir şekilde muzaffer etmiştir.
*
Bediüzzaman Hazretleri de Emirdağ’ında kaldığı dönemde bir talebesini bir hizmet için Ankara’ya gönderir. Ahvali gören talebe, “Bu insanlar ne zaman hakikatleri dinleyecek, kalın zulmet perdeleri nasıl yırtılacak, manevi karanlıklar nasıl izale olacak?” diye ümitsizliğe düşer. Aradan zaman geçer, Emirdağ’ına Üstadının yanına döner. Üstadı ona der ki: “Vazifemiz hizmettir. Muvaffak olmak, insanlara kabul ettirmek, Cenab-ı Hakkın vazifesidir. Biz vazifemizi yapmakla mükellefiz. Ümitsizliğe düşme, merak etme!”[1]
Dikkate aldığımız, günümüzden bir ve geçmişten şu iki örnek bize bir hakikati net olarak gösteriyor/söylüyor: Biz vazifemizi hakkıyla yapmakla mükellefiz. Netice Allah’a aittir. Bizim sorumluluğumuzda değildir. Bize düşen, neticeye odaklanıp rehavete/yılgınlığa düşmemek veya bazen engel gibi gördüğümüz sebeplere bakarak ümitsizliğe kapılmamak ve elimizin yettiği, üzerimize vazife olana odaklanıp çalışmaktır.
Ne var ki çoğu zaman yapılanı eleştirmek, sebepleri engel görüp atalete düşmek, beklenen ile bize düşen arasında uçurum görmekle ümitsizliğe kapılmak gibi arızalarla mualleliz. Bu hastalığımızı izale eder, niyet-i halise ile gayret edersek, biliyor ve inanıyoruz ki Allah’ın tevfiki yakındır.
NOT: Bütün güç, kudret ve tevfik Allah’a ait olmakla beraber, eğer sen niyet edip harekete geçmezsen, senin elinle olabilecek işler olmaz, bilesin.
[1] Bediüzzaman Said Nursî ve Hayru’l-Halefi Ahmed Hüsrev Altınbaşak, c. 2, s. 183