Dün telefonum çaldı. Arayan kişi, “Küçük bir hatırlatmam olacak” diyerek söze başladı… Bir gün önce teravih kıldırmıştım. Fatiha’da iki ayeti birleştirerek okuduğum bir yerdeki geçişteki harekeyi hatırlatıyordu. İlk ayetin son harekesi ötre iken, belki hızlı okumaktan, belki aslında durmuşum ama hızlı okunduğu için devam ediyor gibi algılandığından, hareke esre gibi çıkmıştı.
Arayan kişi bunu anlatmaya başladı. Anlatırken de kırmamak için azami hassasiyet gösteriyordu. Zira zaman, enaniyetin ve nefislerin ön aldığı bir zamandı. Bazen iyi bir şey yapmak adına kurduğunuz cümlelerin içinden bir kelime, karşıdaki şahsı bir dağ gibi karşınıza dikebiliyordu…
Telefondaki kişinin bütün hassasiyetine rağmen nefsimin, anlatılanları dinlese de sürekli cevap verme peşinde, aslında şöyle değil de böyle deme eğiliminde, iyi de bak mütehassıs hocalar da böyle, diyerek mevzii genişletme ameliyesinde olduğuna hayretle şahit oluyordum.
Neticede anlatılan konu net olarak doğruydu. İcra ve algılanış şekli ne olursa olsun, kıraat ilmi olarak söylenen buydu. Verilmesi gereken tepki, “Allah razı olsun, teşekkür ederim” demekti ve zahiren öyle davranıyor olsam da nefsin ateşi sönmüyor, hala avukat gibi gevezelik yapıyor, savunma pozisyonunu koruyordu.
Telefonu kapattıktan sonra bir müddet nefsime baktım. Nefis üzerine yazılanlardan okuduklarımı tahattur etmeye çalıştım. Verdiğim/iz tepki ayrı ayrı olsa da nefsin duruşunun daha önde olduğunu, karşıya aksedenin de nefsin rengiyle bulanık olan olduğunu esefle gördüm ve üzüldüm.
Bu haldeyken aklıma Çi Hsing Tzu hikayesindeki dövüş horozu geldi. Halimle hikâyenin bir parça benzeştiğine hükmettim. Hikâye şu:
Hsuan Kralı yetiştirmesi için, meşhur kuşçu Çi Hsing Tzu’ya bir horoz vermişti. Kral, süreci takip ediyor sık sık yetişip yetişmediğini sual ediyordu. Usta kuşçu da “Daha bu horozun dövüşme zamanı gelmedi; içi ateş dolu bu hayvan, bir başka horoz görür görmez dövüşe tutuşmak istiyor, kendi gücüne güveniyor ve kuvvetiyle gururlanıyor” diyordu.
Aradan on gün geçmişti. Kral yine sordu. Cevap ise yine olumsuzdu.
– Henüz hazır değil. Ne zaman bir başka horozun ötüşünü duysa birden parlıyor.
On gün sonra durum yine aynıydı.
– Bu horoz daha hazır değil, çünkü öfkeyle bakıyor horozlara ve bir horoz görünce tüylerini kabartıyor.
Sonraki on günün ardından beklenen cevap gelmişti:
– Şimdi bu horoz dövüşe hazır sayılır. Bir horoz öttüğü zaman gözlerini kırpıştırmıyor bile. Ormandaki vahşi horozlar gibi hareketsiz kalıyor. Olgun bir savaşçı artık o. Öteki horozlar ona bir kez bakacak ve önünden kaçacaklar.
Bazen nefsime bakıyorum da o da yetişmemiş, olmamış, kemale ermemiş acemi horoz gibi… Müspet bile olsa en küçük tenkide gelemiyor, hemen kabarıyor, parlıyor ve öfkeyle bakıyor. Halbuki dünya -dövüş kafesi değilse de- bir meydan-ı imtihan, bir mücadele yeri ve nefse ihtiyaç var. Fakat nefsin de yetiştirilmeye, olgunlaştırılmaya, olması gerekene dönmeye ve kemale ermeye…
Böyle durumlarda nefsin değil de hakkın hatırını önde ve üstte tutmak lazım, dedim. Söylenenleri dinlemek, daha önemlisi anlamak ve karşıdakinin niyetinin iyi ve güzel olduğuna hükmetmek ve söylenenlerden istifade etmek…
Önce olumsuz tepki verip, belki karşıdakini kırıp, olan olduktan sonra “Hay Allah” deyip üzülmenin senin açından bir anlamı olsa da karşıdaki insan için olmayacaktır. İnd-i İlahide nasıl karşılanır, onu da bilemem…
Onun için denilmiş ya “Nefsi cümleden edna, (Hak namına insanlara karşı) vazife cümleden âlâ”.
Nefsin vesvesecisi şeytanların bağlı olduğu şu mübarek günlerde ve nefis orucun açlığıyla sersemlemişken dalına binip iyice basmak ve temelde ne kadar aciz ve fakir olduğunu görüp göstermek lazım.
Nefsi her zaman böyle yakalamak zor… Ne dersiniz?