Sabahtan beridir bir hareketlilik gözlemliyorum sokaklarda/kaldırımlarda… marketler müşterilerinin rahat ulaşması için dükkân önündeki kaldırımları temizleme telaşındalar. Arkasından birkaç gayretli vatandaş çarptı gözüme, ellerinde küreklerle eğimli bir yolu temizleme gayretindeydiler, başardılar da… O yolu kullananlar için güvenli bir zemin oluşmuş oldu, ellerine/yüreklerine sağlık…
Derler ki Goethe, “Herkes kendi kapısının önünü süpürse dünya tertemiz bir yer olur” demiş. Eyvallah, doğru söze ne denir! Herkesin elinin yetiştiğine gerek nimet gerek hizmet anlamında el atması en olası/beklenen şeydir. Kendi kullanım/mesuliyet alanı içerisine giren noktada çaba göstermek normaldir, olması gerekendir.
Lakin sözün doğrusu her ağızda doğru durmaz. O doğru söz, -özellikle- vazifesi umuma bakan kişilerin, mesul olduğu işi yerine getirmemekle, eylemsizliğin faturasını umuma dağıtarak rahatlama ya da sorumluluktan kaçma olarak zikrediliyorsa hiç doğru olmaz…
Hadi İstanbul’da kalarak biraz eskiye gidip oradan bakalım günümüze. Evet, yer İstanbul’dur, Kanuni Sultan Süleyman dönemi… İstanbul ahalisinden bir kadının evi soyulmuştur. Amma kadıncağız bundan dolayı padişahı mesul tutmaktadır. Halka açık bir günde padişahın huzuruna çıkan kadın, hadiseyi naklederek, padişahın mesuliyetini de üzerine ekleyerek hakkını talep eder.
Padişah bu talebe kızar. Haklıdır da kendisince, soyulan ev kadının evidir. Tedbiri var mı, Allah bilir. Hem bu ne şekil bir uykudur ki eve giren hırsızdan bile haberi olmaz, kadının. Söylediklerinden bahisle, içinde yaşadığını varsaydığımız bu düşünceleri şöylece kelama döker ve “A kadın! Nasıl ve ne derin bir uykuya daldın da evinin soyulduğunu fark etmedin?” der.
Kadın, idarecinin üstünde taşıdığı vasıfla beraber gelen mesuliyetini ihsas ve işmam etmekten de öte izhar ve ikaz eden şu cümleleri deyiverir: “Sultanım, biz seni uyanık bilirdik. Bu sebeple evimizde rahat uyuyorduk.”
Kanunî kadına, “haklısın” der ve çalınan malların bedelini kendi cebinden öder.
Bugün haberlerde kulağıma çalınınca Goethe’nin dediği cümle, “doğru” dedim, “cümle doğru” ama “kullanan ağızda iğreti duruyor.” Zira cümlenin kullanıldığı makam doğru değildi. Kanuni de kadına böyle demişti, “senin evin, senin problemin.” Ya da daha hafif ifade etmiş, uykusunun derinliğine vererek, kabahat senin demeye getirmişti.
Haberde geçen Goethe’nin söylediğine benzeyen cümle şuydu: “Pek çok ülkede apartmanlar kendi kaldırımını kendi temizler. Dükkanının önünü dükkân sahibi temizler. Belediye her kaldırıma adam koyamaz.”
Bağlam yanlış. Makam yanlış. Cümle, mesuliyetin sahibi ağızda yanlış. Evet, cümle özgün haliyle doğru ama yanlış kullanılan bir cümleydi. İşgal edilen makam; herkesin emin olduğundan emin olunmadan uyunamayacak, gaflet edilemeyecek, “bana ne” denmeyecek, “sen yap kardeşim” denilemeyecek bir makamdı çünkü. Eli yetişemese de hepsini yapacak niyet ve istekle gayret etme makamıydı.
Ve benzeri makamların böyle davranması gereken makamların benzeriydi.
Mehmed Akif şiirinde geçen “Kocakarı ile Ömer” de şu minvalde cereyan etmiyor muydu? “Zavallının işi pek çok, zaman bulup gelemez / Gidip de söylememişsen, ne haldesin bilemez” diyen Ömer’e karşı ihtiyare kadın, “Niçin hilâfeti vaktiyle eylemişti kabul? / Sonunda böyle çürük özrü kim sayar makbul?” dememiş miydi?
Ve “Kenâr-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu / Gelir de adl-i İlâhî sorar Ömer’den onu!” diyerek mesuliyetini omuzuna alıp yapması gerekeni yapmamış mıydı?