Geçtiğimiz günlerde genç bir arkadaş, heyecanla dikkatimi kendisine çekerek dinlediği bir dersten bir cümle aktarmak istediğini söyledi ve fikrimi sordu. Dinlediğinden aktardığına göre, Fahrettin Razi Hazretleri, tefsirinde, Kur’an’ın başladığı ve bittiği harflere dikkat çekmiş. Bundan bahisle bu iki harfin Farsça (بس) “bes” kelimesini oluşturduğunu ve Bismillah’taki “B” ile başlayan Kur’an-ı Kerim’in Nas’taki “S” harfiyle artık tamam olduğunu beyan etmiş.
Ben de ona dedim ki, “Muhteşem! Bu arada dinlerken bende oluşan fikir ve hissiyat da şu oldu: ‘Bes’ yani ‘Yeter’ demekle Kur’an’dan başka söze hacet yok. Bütün hakikatler onda beyan edilmiş. Diğerleri olsa olsa onun şerh ve izahları olabilir. Kur’an’ın B’si, hatta ‘Be’ harfinin noktası bile kâfi gelir. Bundan dolayı ve belki de buna atfen ve onsuz meydana gelecek arızalara binaen, ‘İlim bir nokta idi, cahiller onu çoğalttı’ da denilmiş.
Şimdilerde “Be” yeniden gündeme gelmiş. Yani olması gereken yaşta verilen din eğitimine karşı duruşun cümlesi olarak “Bu kafayla, bilimin B’si, fiziğin F’si, matematiğin M’si de olmuyor üniversiteye gidince” denilmiş. Benim anladığım, çocukların dünyasına Kur’an ve din girmesin denilmiş. Dünya referans alınarak çocuk yetiştirmede olması gereken olarak, dünyada olanlar gösterilmiş.
Ne var ki biz bir türlü bu dünyada olamadık. Uzun zamandır bizde olanlar hep kötü, dışarıdakiler hep iyi olarak görülmeye veya gösterilmeye çalışıldı. Bu bazen ülke bazında bazen de kıta bazında önümüze konuldu. Yedinci oğul kendini olduğu yere gömene kadar devam etti bu işler/arayışlar…
Şimdi insanlara sunulan özgürlük ve özel alan, aynı isim altında servis ediliyor ve siyaseten din ve diyanete dahası insanın en özgür ve özel alanına saldırılıyor. Evet, özgürlük ve özel alan anlamında karşımızda iki seçenek var. Birisi, dinin kayıtları altından çık, nefis ve şeytanın kontrolüne gir. İkincisi, nefis ve şeytanın aldatmacalarından kurtul, Allah’ın sana sunduğu ve her türlü imkânı sağladığı kulluk alanına gir.
Okuduklarım, yaşadıklarım ve hissettiklerim bunlar…
Başka tanımlar, tanımlamalar yapacaklar da olacaktır elbette. Ben kendime baktığımda gördüğüm ve bu yaşa gelinceye kadar yaşadıklarımdan bahisle -nefsimin hoşuna gitmese de- kulluk alanının en özgür ve özel alanım olduğunu net söyleyebilirim. Bu dünyaya geldiğim gerçeğini öğrendiğim/fark ettiğim andan itibaren, bir gidişin de olduğunu ve bunun bilgisinin en net şekilde Kur’an ve Sünnette olduğunu öğrendim/kabul ettim. Ki buna göre de nefis ve şeytanın bize sunduğu dünyanın zıddına dünyayı esas itibariyle Allah’ın esmasına ayine ve ahiret için ekip biçilecek bir tarla olduğuna kani olup, ona göre bir hayat çizgisi yakalamaya çalıştım.
Bilim noktasından bakıp dine karşı tavır almak olası en saçma mesele olacaktır. Bunun en temel çözümü şu cümlede toplanmıştır:
“Vicdanın ziyası ulûm-u dîniyedir. Aklın nuru fünûn-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirâk ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile şüphe tevellüd eder.”[1]
Diğer tarafıyla bakıldığında bilime rehberlik eden en önemli konu ahlaktır, bugün etikle karşılanmaya çalışılıyor. Etik kurulları da bu konuyu çözemiyor. Her türlü arızada olduğu gibi burada karşılaşılan sıkıntılarda da çocukluğa gitmek ve Kur’an, din ve ahlak eğitimi almış mı ya da sonradan tamamlamış mı ona bakmak gerekiyor!
Onun için ey özgür ve özel, en özgür ve özel alanımıza karışmayın! Biz çocuklarımızı dindar olarak yetiştirmek için elimizden geleni yapacağız. At gözlüğüyle değil, merhamet nazarıyla yetişip bütün insanlığa hizmet edebilecekleri alanları açacak ve bu alanı olabildiğince geniş tutmaya çalışacağız.
Bütün çocukların özgür ve özel olmaları en büyük temennimiz olmaya devam edecek…