Hafif çiseleyen yağmurun merhametli nüzulüyle vasıl olduk Sümbül Efendi Camiine. Epey zaman olmuş gelmeyeli. Avlu kapısından adımınızı atar atmaz başka bir atmosfere girdiğinizi fark ediyorsunuz. Eskiliğinden mi, haziresinde medfun zatların mübarekiyetinden mi, yoksa bina edildiğinden günümüze yapılan halis ibadetlerin tesirinden mi bilemedim, başka bir havası var kadim camilerimizin. Mekânda zaman kayması yaşarmış gibi…
Rıdvan abi için oradaydık. Bize firkat, ona vuslattı. Rabbine kavuşmuş, son şahitliğini bekliyordu. Öyle de oldu. Rahmet damlaları eşliğinde kılındı namazı ve yine rahmetle tevdi edildi ebedi istirahatgahına, Silivrikapı mezarlığında…


Bunun öncesinde yaşadığım bir hadise oldu. İkindi namazı için cami içindeydik. Sala ve ezanın ardından sünnet için istikbal-i kıble ettik ve tekbirle beraber dünyayı elimizin tersiyle arkamıza atıp huzura durduk. Etkisi altında olduğum lahuti havanın tesiriyle huzurun huzurunu yaşıyorken tanıdık bir ses çınladı kulağımda. “Sağa dön!” diyordu.
Önce şaşırdım, sonra tekrar namaza odaklanmaya çalıştım. Namaz bittikten sonra zihnimde aynı ses, “sağa dön!” Evet, ses tanıdıktı. Rusların yaptığı bir uygulamadan geliyordu. Meğer yanımdaki şahıs navigasyonu açık unutmuş. Üç cenaze vardı toplamda. Muhtemelen o da onlardan birisi için camiye gelmiş/ulaşmıştı ama yönlendirici hala istikamet verme peşindeydi.
Buradan şöyle bir tefekkürüm oldu.
Öncelikle, istikametimi bulmuş, kıbleye dönmüş, huzura durmuşken sağa dönmemi salık veren bu ses, irkilip istikametimi tazelememe vesile oldu. Zira bekleyen üç cenaze vardı ve son namazlarının kılınması için caminin sağ tarafında bekliyorlardı. Bir anda kendimi onların arasında buldum. Öyle hissettim.
Yönüm kıbleye dönüktü evet, ama dünyada varacağım son yer onların bulunduğu musalla taşıydı. Onun için şu an bulunduğum istikameti ve manasını hiç bozmamalı yani her işimde ve ânımda daima Allah için olmalıydım. Yoksa navigasyonun vereceği istikamet ancak mezar kapısına kadar olur! Hiçbir uygulama, sonrasında devam edecek yolculuk için ne bana ne de başkasına istikamet veremez.
Gülümseten bir hatıra da şu oldu. Zamanında solcuların kıblesi Rusya’ya ait bir uygulama, istikametimi bulmuş olduğum halde bana “sağa dön” diyordu. Eskiden solcular sağa dönmek için bile solu uzatarak sağa gelirdi. Uygulamadan gelen sesten bahisle bu değişim bana umut da verdi ciddi ciddi. İnşallah dedim, Rusya bu saatten sonra dönüp Hristiyan olmaz herhalde, umarım İslam’a girer, halkı da Müslüman olur. İşaret işarettir, küçük de olsa arttıkça kuvvet kazanıp delil olur…
Bir de uygulama meselesi var. Hayatımız, akıllı telefonların uygulamalarının mahkûmiyet ve mecburiyetine doğru hızla kayıp gidiyor. Uygulamalar cep telefonundan her şeyi yönetebileceğimiz hissini inşa ederken ve bu kısmen gerçek olurken, insan kendi olması gereken sınırların dışına savruluyor. İnsan ancak bir kul iken, hükmetme hissinin kuvvet bulmasına sebep olan bu araçlar kulluğumuza zarar veriyor mu? Bu da bir soru olarak kalsın şuracıkta…
Cami içine girmiş, huzur-u İlahide durmuşken “sağa dön” sesinin istikametimizi bozma eğilimi canımı sıkmadı değil. Evet, hayatımıza kolaylık veren şeyler güzel ama kolaylıkla girip insani yönlerimizi zayıflatıyorsa orada bir durmak lazım.
Sağa dön sözü, sağ-sol çatışması yaşayan bir memlekette duyulduğunda memnuniyet hissi veren bir cümle olmakla beraber, yukarıda yaşadığım hissiyattan bahisle doğru sözle yanlışa götürecek bir ses gibi gelmedi de değil.
Nihayetinde her doğrunun her vesilesi doğru olmak lazım gelmediği gibi, her yanlışın her vesilesi de yanlış olmak lazım değil…
Aman dikkat!