Günlerden bir gündü. Dünya bu ya, her şeyde dalga vardı. Deniz dalgalı, kur dalgalı, hava dalgalı… Derken herkesin beklediği an geldi çattı ve rakamlar açıklandı. Herkes kendisine göre değerlendirmede bulundu. Hoş karşılayan da oldu, karşılamayan da. Dolar üzerinden bakıp geçen sene bu kadardı, bu sene bu dolara karşılık geliyor, zam değil indirim aldık diyen de…
Evet, asgari ücretten bahsediyorum.
Bunlar (dolar, altın, ücret…) bugünler de her bir araya gelişin, sosyal medyanın ve sair her alanın konusu haline gelirken, daha evvelden okuduğum bir cümle geldi zihnime. “Mergub Meta” diyordu, insanların rağbet ettiği şeyler…
Ve devam ediyordu bu başlık üzerinden… Asrı Saadette mergub yani rağbet edilen meta Allah’ın rızasını kazanmak, yeni bir vahiy geldi ise onu öğrenip hayatına geçirmek ve Efendimiz (sav)’in hayatını kendi hayatlarına taşıyabilmekmiş. Fakat günümüzde insanların yani bizlerin en rağbet ettiği üç şey ise; dünya hayatının elde edilmesi, siyaset ve felsefe.
İş niye buraya geldi, çünkü gündemi takip ederken, asgari ve azami üzerinden konuşulacak daha hayati bir meseleye döndü kalbim. “Gerçekten biz insanlar için asgari ve azami kavramları içine girecek asıl şeyler nedir?” sorusu dönüp durdu aklımda/kalbimde.
Bunları gündemdeki meseleler konuşulmasın babında değil, yaşananın hatırlattıkları bağlamında, sadra gelenin satırlara taşınması olarak ve kalbe gelenin kayda girmesine yardımcı olmak için yazıyorum. Ne demiştik, yazdıklarım yaşadıklarımdır…
Öncelikle inanıyor ve inayet-i ilahiden ümid ediyorum ki Allah bu memlekete ve insanına genişlik verecektir. Bu ümidime kuvvet veren de piyasa değil, şu ayettir: “Kim Allah’tan sakınırsa, (Allah) ona (her darlıktan) bir çıkış yolu kılar. Ve onu hesab etmediği yerden rızıklandırır!”[1]
Diğer taraftan öylesine dünyevileştik ki, dünyanın bir misafirhane, bir uğrak yeri olduğunu unutup adeta ebed-müddet burada kalacakmışız, ev sahibiymişiz gibi davranmaya başladık. İmam Gazali Hazretlerinin dediği gibi, öyle bir zamana geldik ki her gün mezar kazıp ölen insanların defnedildiğine şahit olan bir mezarcı bile öleceğine inanmayacak hale geldi.
Dünyaya ait şeyleri alma yarışı/hırsı (fırsatçılık) dünyalarımızı neredeyse yaşanmaz hale getiriyor. Herkes birbirini meta, pazar, mal gibi görmeye başladı. Çektiğiniz selfiden kaldığınız ekran süresini bile pazarlayan bir dünyanın metaı, eşref-i mahlukat olarak yaratılan insan oldu maalesef.
En çok bilinen şey kur/gram fiyatları, en çok ziyaret edilen yerler takip ekranları, en çok konuşulan şeyler dijital paralar vs. olmaya ve dahası körpe dimağları meşgul etmeye başladı/başlamış çoktan. Bir öğretmen diyor ki çocuğu derste tutamıyorum; beden var, ruh yok. Çocukta dersin haricinde -dijital para olmak üzere- her şey var.
Neyse uzatmayayım. Sözün özü şu: Her birimize verilen ömür sermayesi oldukça kısa. Ecel bir ve değişmiyor ne bir ileri ne bir geri. Dünya sadece bir uğrak yeri, bir gölgelik; asıl değil, kalıcı değil. Bu kısa ömürden sonra ebedi/sonsuz bir hayatın kapıları açılıyor. Herkes oraya gidiyor/gidecek. Dünyada oraya ait biriktirdikleri, meşgul oldukları, kafa yordukları ve dillendirdikleriyle muhatap olacak.
Bu hakikati anlayan insanlar sermayelerinin asgarisini dünyaya ve dünya hayatına, azamisini ise ahiret ve ahiret hayatına sarf etmişlerdir.
“Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı yoktur ki, onun rızkını vermek Allah’a ait olmasın.”[2] ayet-i kerimesiyle sabittir ki rızık taahhüt altındadır. Asıl mesele şu ki, ebedi olarak kalacağımız hayatın taahhüdü, bizim dünyada Allah ve ahiret için yaptıklarımızdır. Bu konuda başkaca kimsenin kimseye bir taahhüdü olamaz. Zira “İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır.”[3]
Siyaset ve felsefe kelimeleri de değerlendirmeye değer önemli şeyler, ayrıca bakalım inş…
[1] Talak, 2-3
[2] Hûd, 6
[3] Necm, 39