ÖYLE BİR SORUDA ELENDİ Kİ!

TV kanallarında yemek programlarından sonra yarışma programlarının da ilgi çekici olduğunu ve bunlardan birisinin sık sık haber sitelerine düştüğünü de görüyoruz. Habere konu olmasının sebebi ise, çoktan seçmeli olmasına rağmen basit denilen suallere verilen yanlış cevaplar…

Dikkati çeken bir nokta da yarışa başlarken yarışmacının kendisini tanıtmak için olabildiğince detaylı bilgi vermesi, kendisini tanıtması oluyor. Ki bazen soru çok iyi olduğu, meslek olarak icra ettiği işten geldiğinde bile yanlış cevaplar verilebiliyor. Bu da haberi okunur kılıyor, ilgi uyandırıyor; muhatap kişi için durumu tasavvur etmek bile istemem…

Bunlar ülkemizde olanlar. Bunun yanı sıra biliyoruz ki hayat cevaplarla dolu, elbette doğru soruyu sorabilenler için…


Askerden bir hatıra ile devam edeyim müsaadeniz olursa. Askeriyede akşamları askerin vakit geçirdiği mekâna gazino deniyordu, en azından o zamanlar. Bir akşam, işte o gazino denen yerde Matrix isimli filim -ikinci bölümüydü zannederim- izleniyordu. Gözüm bir ara arka tarafta tartışan uzman askerlere takıldı. Birisi -sonradan öğrendim- İmam Hatip Lisesi mezunu… Diğeri ona “Melekler daha üstün olmalı değil mi?” diye başlayan sorular sormaya başlayınca kalkıp yanlarına gittim. “Hayırdır, ne konuşuyorsunuz?” deyince “Sen Hoca mısın?” dedi, soruyu soran uzman asker. “Hayır, ama sözleriniz dikkatimi çekti, dinlemek isterim” deyince bir muhabbet başladı…

Sonrasında önce İHL mezunu olan uzman ayrıldı aramızdan, bilahare biz dışarı çıktık, konuşmaya orada devam ettik. “Sana bir soru sorsam cevap verebilir misin?” dedi. “Bilmem, öyle bir iddiam olmaz, mahrem değilse sor, bakalım” diye cevapladım. Sorusunu sordu, ben de cevap verdim. Uzman asker ayağa kalktı, üç metre çapında bir daire çizecek kadar dolaştı, geri gelip yerine oturdu.  

“Başka bir soru sorayım” dedi. Cevapladım, durum yine aynı. “Olamaz!” diyordu. “Buna cevap vermen mümkün değil!” Şaşırma sırası bana gelmişti. “Nasıl yani, senin aradığın cevap değil mi?” dedim. Saat gece 2’ye kadar devam etti muhabbet bu şekilde. Fakat sabah altıda içtima var, “Bana müsaade” deyip ayrıldım.

Ertesi gün diğer uzmanlarla beraber yine buldular beni. Başka sorular sordular. Bir tanesi “Kadınlar mı üstün, erkekler mi?” idi mesela. Ben de onu sorana, (affedersiniz) “Sen çocuk doğurabilir misin?” dedim. Tabii ki “Hayır!” dedi. “Demek ki kadının senden farklı bir özelliği varmış” dedim. “Senin de ondan farklı özelliklerin var. Üstünlük arayışı yerine, yaratılışın sizi görmek istediği birliktelik üzerinden bakarsan konuya rahat edersin.”

Devam eden soruların arkasından hayretimi mucip şöyle bir cümle kurdu birisi: “Ben biraz daha okuyayım da yine sorayım.” Anladım ki dertleri cevap verilemez sorular sormakmış. Dert etmedim; benim için güzel bir antrenman, onlar için de iyi bir maç oldu. Güzel de oldu. Bol bol imani konular konuştuk vesileyle. 


Hayat devam ediyor, cevaplar yerini koruyor, sorular yarışma programlarının dışında ağırlıklı olarak sınav/imtihanlarda gündemimiz oluyor. Çok soru soramıyoruz gerçi, gündelik canımızı yakan şeylerin dışında. Soru sormak alt yapı gerektiriyor çünkü. Bazen de alacağımız cevapları bilmekten dolayı uzak duruyoruz; çünkü alacağımız cevap hoşumuza gitmeyecek, biliyoruz. Çoğu zaman da ortamda cahil görünmemek için sormuyoruz, korkuyoruz.

Cevap konusunda aceleciyiz ama. Hele biliyorsak bildiğimizi bildirmenin yoğun baskısıyla giriyoruz konuya. Sorulan bir adresi mesela, bilmesek bile cevabını arayıp bulup verme peşinde oluyoruz. Cevap verememekten de korkuyoruz, hep bilen olmak istiyoruz.


Cebimizde sorularla geldiğimiz dünyada, aklımızı geveze yapan çoğalttığımız gündelik suallerin peşinden koşmak ancak zaman kaybettirir bize. Onun için doğru soruları sormak, doğru cevapları bulmak zorundayız; “Ben kimim? Nereden geldim? Niye geldim? Nereye gideceğim?” gibi…

Bütün bu suallerin cevabını da ancak Allah’ı bulmak, bilmek, iman ve itaat etmekle bulacağımızı da unutmayalım. Nihayet bize sorulacak tek ve net soru “Rabbin kim?” olacaktır. Bu da test-tost düzleminde değil, ancak hayatımızın istikamet bulmasıyla doğru cevaplanabilir. Zira “Kişi yaşadığı hâl üzere ölür ve öldüğü hâl üzere haşrolunur.”[1]

Yine unutmayalım ki, nihayetinde sorulacak bu suale verilecek yanlış cevap veya cevap verememek, doğru yaşadığımızı zannettiğimiz, dünya adına doğru cevapları verdiğimizi var saydığımız bütün varidatı sıfırlayacak ve ebedi olarak huzurumuz kaçacaktır?

Bu, TV ekranında mahcup olmaya da benzemez!…


[1] Münâvî, Feyzü’l-Kadîr Şerhu’l-Câmii’s-Sağîr, V, 663

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s