HAYATI NASIL YAŞIYORSUNUZ, (-MIŞ) GİBİ Mİ, (-MUŞ) GİBİ Mİ?

Sabah kalkar gibi içine doğduğumuz bir hayatımız var, geldiğimiz yaşa kadar yaşadığımız ve ömrümüz yettiğince yaşayacağımız… Göre duya ve taklit ederek başladığımız bir koşuydu bu hayat/ömür denilen şey… Diğer taraftan, her şeyiyle şekillenmiş hazır bir ortama geldik ve içimizden geldiği gibi davranmayla dış seslerin yönlendirmeleri veya olması gereken arasında yaşadığımız gelgitlere bir durak aradık durduk tik taklarca…

Yaşamak ve öğrenmek hep bir ikilemdi; yaşayarak mı öğrenmeli, öğrenerek mi yaşamalıydık? Belki ikisi de doğruydu; sadece hangisi ne kadar, hangisi hangi öncelikte sorularını doğru sormak gerekiyordu…

Gerçi insanın kısa tarihine baktığımızda, “dünyaya taallümle tekemmül etmek için gönderildiğini” görüyorduk. Hayvandan farklıydı insan mesela. Her hayvan başka bir alemde öğrenmiş de buraya kendisinden beklenen/programlanan işleri yapmak için gelmiş gibiydi; arının larvadan çıkar çıkmaz uçtuğu, ördeğin yumurtadan çıkar çıkmaz yüzmeye başladığı gibi…

Ama insan öğrenmeliydi, kendisine tayin edilen kemale/olgunluğa/güzelliğe erişinceye kadar… Yoksa geldiği gibi kalmıyordu hiçbir şey. İleriye/kemale adım atmak, hareket etmek gerekiyordu. Aksi takdirde akıntının içerisinde kaybolup gitmek işten bile değildi. Nereden, kimden ve hangi bilgiydi peki bu?

Zaman hızla akıyor ve hayat durmuyordu elbette. Yaşamaya başladık, yaşadık, yaşıyoruz… Belli disiplinler çıktı/çıkıyor karşımıza daima; aile, okul, toplum vs. Bir noktaya geldiğimizde iki kişi gibi olmaya başladık, yaşamamız istenen ben ve yaşamak istediğimiz ben. Bu da bizi bazen (-mış) gibi yaşamaya, bazen de (-muş) gibi yaşamaya itti.

İki türlü de sıkıntı çektiğimiz zamanlar oldu. 

İş yerindeyiz mesela, bizden istenen şeyler var mesul olduğumuz, fakat nefis ağır basıp ağırdan aldırdığında (-mış) gibi yani yapmadığımız şeyi yapar gibi davranmaya başladık. İş yapıyormuş görüntüsü siperinde tembellik portreleri dokuduk. 

Müslümanız, Masal’daki doğunun yedinci çocuğuyuz, fakat nefis devreye girip ilişkilerimizi devre dışı bırakmaya çalıştığı ve bu durum nefsimizin hoşuna gittiğinde (-mış) gibi hareket etmeye yeltendik. Ekran koruyucu bir hayat sürer olduk. Görüntüde başka, altta başka pencereler açarak ilerledik. Nefsani davranmanın hayatımıza getirdiği rüzgarlarla hasta oluncaya kadar…

Bazen de (-muş) gibi yani arkası yokmuş gibi davrandık. Hesap ekstresi gelmeyecekmiş gibi Cuma çılgınlıklarına aktık mesela. Kamera yokmuş gibi kırmızı ışık ihlali yaptık. Acısı sonradan çıkmayacakmış gibi, mazlumun ahını aldık. Ahiret/mizan/hesap/cehennem yokmuş gibi dünyevi sahte cennetlerin müşterisi olduk…

İmam Gazali Hazretlerinin işaret ettiği üzere ahiret yokmuş gibi bütün mesaimizi ve ilgimizi dünyaya sarf edip öyle dünyevileştik ki; belki her gün mezar kazan adam bile bir gün öleceğine inanmayacak hale geldi.

Hâlbuki hayatı olduğu gibi yaşamamız lazım diyordu vaiz.[1] Olması gerektiği gibi bir de… Yaparmış gibi ya da arkası yokmuş, hesabı sorulmayacakmış gibi değil… 


[1] Hazret-i Ömer (ra), evrak mühürlediği yüzüğünün üstüne; “Ey Ömer! Ölüm sana vaiz olarak yeter!” manasında (Kefâ bil-mevti vâizan yâ Ömer) diye yazdırmış. Yazdığı mektubu, resmî evrakı onunla mühürlüyormuş. Her mühürlediği zaman da o yazıyı görüyor, ömrün hatemi gelmeden, ömür mektubu mühürlenmeden önce her evrakta ölüm mührünü görerek kendini ikaz edip hayatına çeki düzen veriyormuş.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s