Düzenli aralıklarla yapılan işlerin faydası göz ardı edilemez.[1] Bunu on bir senedir düzenli olarak yaptığımız sabah okumalarından tecrübe ettik, ediyoruz. Okuma dediysem on beş dakikalık bir süreden bahsediyorum. Ama o on beş dakikanın nasıl hayat kurtardığı gerçekten görülmeye değer. Çünkü insanı besleyen bilgidir, özellikle imani eserlerden (mesela Risale-i Nur eserleri) elde ettiği bilgiler…
Son on beş gündür iletişim ve ilişkiler bağlamında derde derman, yaraya merhem olacak güzel bahisler okuyageldik. Bu sabah da harika ve önemli bir mesele önümüzdeydi. Direkt bize bakıyor, bizi olmamız gereken çizgiye taşıyordu. Meseleye geleceğim ama öncesinde şunu söylemeliyim:
Toplu halde, halka halinde oturulmuş, her kesin birbirini görüp göz teması kurabildiği ve fikrini rahatça söyleyebildiği ortamlar oldukça önemli. Okunan metinlerin birer ayna olmak ve herkes aslında o aynada kendini görmek ve söyleyecekleri ve deva/merhem olarak dillendireceği şeyler “tecrübî” olacağı için hem kendisine hem de dinleyenlere faydası çok daha net olacaktır.
Gurup terapileri de bundan bahisle olsa gerektir. İnsanın ilacı insandır. Zira insan insana özellikle Müslüman Müslümana aynadır. Birbirlerinde kendilerini görürler, ruhi problem, hata, sıkıntılarını düzeltme imkânı yakalarlar. Değilse insanın kendi hata ve kusurlarını görmesi kolay olmayacaktır.
Gelelim sabahki mevzua…[2]
“Aynı yolu yürüyen, aynı davaya baş koyan, aynı hedefe odaklanmış insanlar için birbirlerini enaniyet ve sadakatsizlikle itham etmemeleri…” gerektiğinden bahsediyordu.
Ve bunu izah sadedinde bazı veli zatların enaniyet ve nefs-i emmare kalmadığı halde şiddetli olarak nefs-i emmareden şikâyet ettiklerini hayretle müşahede ettiğini ve bunu da nefs-i emmare ölse de ömrün sonuna kadar nefisle mücahedenin sevaplı olarak devam edebilmesi için vazifesini asaba devrettiğini ve bu şikâyetin asaba intikal eden o mirasla alakalı olduğunu anlatıyordu.
Buradan dikkati, “veli zatlardan beklenti içinde olunan” keşif ve kerametlere çekip asıl olanın bu olmadığını, hatta aşikâr olmamasının daha önemli ve bu halin ihsan-ı ilahi olduğunu ve hatta çoğu zaman kemalde olan zatların kendisinin bile bunu bilmediğini anlatıyor ve o zatlardan bu halin görülmemesinin onların ehl-i kemal olmadığı anlamına gelmediğini kaydediyordu. Sahabeleri de delil söylüyordu…
Haydi başa dönelim. Yol uzun, dava büyük, işler çok olduğu süreçte birbirine omuz veren insanları nefis, şeytan ve farklı etkenlerin tesiriyle yanlış değerlendirmek yanlışın ta kendisi olacaktır. Gördüğünüz/yaşadığınız bazı hallerden dolayı suz-i zanna düşmek, birbirinizi değerlendirirken nefisle kıyas ederek enaniyet ve sadakatsizlikle değerlendirmek, evet yanlış olacaktır.
Aynı yolda yürüyorsanız, rahat olun, endişe etmeyin, içinde bulunduğunuz disiplin sizleri terbiye eder/edecektir. Vakıa ki hiç kimsenin her hali mükemmel olmak durumunda değildir. Daima bu beklenti içinde olmak, beklentinin karşılanamyacağından dolayı sadece tenkit hali üretir ve rahatsızlık verir, şahsa ve etrafa/muhataplara…
Bu da yolun, yolculuğun, yol arkadaşlığının konforunu bozar, belki de yoldan çıkmaya sebep olur, Allah muhafaza!
[1] Hz. Âişe’den rivayet edildiğine göre, Resûlullaha (sav), “Allah katında amellerin en sevimlisi hangisidir?” diye soruldu. Resûlullah, “Az da olsa devamlı olanıdır.” buyurdu.
[2] Osmanlıca Şualar 2, s. 404