Dün, bugünkü Cuma Hutbesi için metin bakıyordum. Ayda bir veya birkaç hutbeye çıkıyoruz Vakıfta. Sıra bana gelmişti. Ben de önce Diyanet İşleri Başkanlığının sitesine gittim. Konu olarak “O’nun Bize Mirası, Eşsiz Vefası” seçilmişti. Bunu ana metin alıp başka eklemeler de yaparak okumak niyetindeydim. Öyle de oldu. Allah kabul etsin.
Eklemeler için uygun metinler bakarken “emin” kelimesi sanki ilk defa duyuyormuşum gibi bir hisle karşıma çıktı. Muhammedü’l-Emin (sav) tamlaması içinde geçiyordu. Bunu hepimiz biliyoruzdur, ama bu kez beni farklı bir iklime soktu ve “emin” kelimesinin manalarına bakarken şurada takılıp kaldım.
“Kalbinde havf ve endişe olmayan gayr-i mütereddit, şüphesiz, korkulmaz, emniyetli, kendisine emniyet olunur zat.”[1]
En çok da havf ve endişe olmayan, gayr-i mütereddid kısmına…
Yaşadığım/ız hayata bakınca önce hayıflandım. Zira, Hafv var mı? Evet! Endişe var mı? Evet! Tereddüt var mı? Evet!
Fakat sonradan bir ümit belirdi kafamda: “Emin” bu demekse ve Efendimiz (sav) Muhammedü’l-Emin olarak ve kabul edilerek en sıkıntılı zamanlarda düşmanları tarafından bile emanete ehil görülmüş ve o da hayatını korku ve endişeden ari yaşayabilmişse benim/bizim için de çıkış kapısı vardır.
Demek ki emin olmak lazım. Peki, emin olmak için ne lazım?
Toplamda anladığım da şu oldu: Emin bir kişi olmak için, öncelikle emniyet etmek/güvenmek gerekiyor. Kime mi? Her şeyin sahibine…
Hani anlatılır, adam gemiye binmiş; binmiş binmesine de yükü omuzundan indirmiyormuş. Demişler “Hayırdır, neden sırtında taşıyorsun yükünü?” Bakmışlar, endişe ediyor. Malı çalınır diye korkuyor. “Bak!” demişler, “Sen şu halinle geminin kaptanını itham ediyorsun. Gemi demek kaptan demek. Emniyet demek, gemi içindeki her şeyden sorumlu onu bilmek demek. Eğer sen yükünü böyle taşımaya devam edersen hem yorulur, boşa zahmet çekmiş olursun hem de kaptanı itham eder, gemiden atılırsın.”
Endişeli adam kaptana güvenmekle endişesinden kurtulmuş ve yükünü yere koyup üzerine oturmuş. Selametle ve denizin güzelliğini seyrederek seyahat etmiş.
Baktım ben de uzay denizinde saatte 107 bin kilometre hızla hareket eden dünya gemisindeyim. Şöyle durup gerçekten görebilsem tam konforlu bir seyahat halindeyim. Bana düşen ise emniyet kemerini (Allah’ın emirlerine itaat, nehiylerinden kaçınmak) bağlayıp seyahatin tadını çıkarmak.
Tamam da insanın şu acelecilik ve işin aslını bilmemekten gelen zalim tarafı yok mu! Görüyorum ki anlayışım kısa ve kudretim de olmamakla birlikte sanki direksiyonda ben varmışım gibi hareket ediyor ve bunun acısını çekiyorum.
Net: Emanet olarak verilen yükümü/benliğimi yere koyup üstüne oturmadan ne ben emniyet kazanabilirim ne de başkasına emniyet verebilirim.
Hayatın cilveleri var muhakkak ve olacak; olmasa hayatın tadı çok da çıkmaz… Ama korku ve endişelerden uzak bir hayat yaşamak, böğrümde yumru hissetmeden telaşsız ve ekşın hayat yaşamak istiyor muyum, evet!
Rabbim nefis ve benliğin esaretinden kurtulup, kendi kulluğunun rahatlığında hayat sürmeyi nasip etsin size de bana da….
[1] Türkçe Osmanlıca Sözlük, “Emin” maddesi, s. 65