Rivayet o dur ki Rabiatü’l-Adeviye hazretleri bir kadın görmüş. Kadının başında bir tülbent bağlıdır. Anadolu’da hala caridir, kafası ağrıdığında tülbendi sıkıca kafasına bağlar, ağrısını hafifletir analar, bacılar; görenleriniz olmuştur.
Sorar kadına: “Kaç yaşındasın?” O da “Otuz yaşındayım” diye cevap verir. Hazret dikkati sözlerine toplayacak vurgularla devam eder, “Ben senin başında otuz yıldır hiç şükür tülbendi görmedim. Şimdi en küçük hastalıkta hemencecik şikâyet tülbendini bağlamışsın!” der.
Şöyle baktım da kendime, ne kadar da haklı yukarıdaki sitem. Ve gördüm ki çoğu zaman dikkat çekilen halin farkında bile değilim. Rahat, iyi, huzurlu, imkanlı olduğum zamanlarda ne kadar da benim. Umarsız, müstağni, eyvallahsız…
Ne zaman dara düşsem bir arayış içerisinde, tutunacak dal bulmaya çalışan hallerde, mız mız, dertle dertlenmiş, derdi dermeyan eden ve müşteki…
Bu halin içerisinde “Sana isabet eden her iyilik Allah’tandır; sana isabet eden her kötülük ise nefsindendir.”[1]ayetinin zıddı bir halim/iz olduğunu gördüm. Yani iyiyken, rahatken ben benim; ama kötü, sıkıntılı olduğum zamanlarda dert üzerinden derdi verene şikâyet halim/iz var.
Halbuki her şey Allah’tan, nefsimizin kötülükleri hariç. Hem hayatıma bakıyorum, rahat ve iyi olduğum zamanlar daha fazla. Hasta ve sıkıntıda olduğum zamanda bile fayda/zarar ilişkisi içerisinde veya diğer hangi açıdan bakarsam bakayım müspet ve menfaatime olan şeyler daha çok.
İyi de neden elimde hep şikâyet bayrağı/tülbendi var?
Neden iyiliğin göstergesi ve kul olarak bizden istenen şükür, halimizde/dilimizde daha belirgin ve baskın değil?
İki hafta önce taş düşürdüm, ah vah ettim muhakkak ve hayatımda kalıcı izler bıraktı. Şimdi iyiyim, neden bu iyi hali görünür ve kalıcı kılacak hale/atmosfere bürünemiyorum?
Hazretin tarihe geçen ve günümüze/dünyamıza taşınan şu hadisesi zaman zaman farkındalığıma sebep olur. Bir müddet düzenli Tahmidiye okumaya da sebep olur. Lakin, Efendimizin dediği gibi, az da olsa devamlı olacak şekilde hayatımızda nasıl hâkim kılabiliriz, buna çalışmak lazım.
Yoksa ömür geçer gider; elimizde sadece şikâyet dilekçeleri kalır. Onlarla da mahkeme-i kübrayı geçmek zor. Biz dilimize şükrü, halimize şükür tülbendini takalım ki selametle selamet yurduna, vatan-ı aslimize, cennete, cemalullaha kavuşabilelim.
Şükür gözlüğünden bakacağımız dünya hayatımızı da mutlu mesut geçirelim. Hayatta en sıkıntı çekenler dilinde şikâyet, halinden müşteki, gözünde tenkit olanlardır.
Allah o halden bizleri muhafaza eylesin.
Unutmayalım, “Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır.”[2]
[1] Nisa, 79
[2] Mektubat, Hakikat Çekirdekleri, s. 500