Bir adam telaşlı bir şekilde Mescid-i Nebevî’ye girdi ve gür sesiyle Peygamberimize “Ey Allah’ın Resulü, kıyamet ne zaman kopacak?” diye sordu. Ashâb-ı kiram, ona susmasını işaret ettiyse de o, aynı soruyu sesini alçaltmadan üç defa tekrarladı.
Resul-i Ekrem (sav), önce namazı kıldırdı, sonra da “Kıyametin ne zaman kopacağını soran kişi nerede?” diye sordu. Adam, “Benim, Ya Resûlallah” diye cevap verdi.
Peygamberimiz, şu sarsıcı soruyu sordu: “Peki sen kıyamet için ne hazırladın?”
Soruyu soran kişi bu defa “Benim çok fazla amelim yok. Fakat ben, Allah ve Resul’ünü gerçekten çok seviyorum” deyince, Peygamberimiz (sav) şöyle buyurdu: “Kişi sevdiğiyle beraberdir, sen de sevdiğinle beraber olacaksın.”[1]
Bugün hutbede tekrar duydum bu hadis-i şerifteki o sarsıcı suali ve birkaç açıdan sarsıldım.
Öncelikle, hakikat şu ki ömür bir sermayedir ve hızla tükenip gidiyor. Ve ben de bu sorunun muhatabıyım: “Peki ben kıyamet için ne hazırladım?”
Tam burada bahsi geçen gerçeğe yol bulan şu hikâyeyi hatırladım. Adam çarşıda ava avaz bağırıyordu, “Sermayesi eriyip giden şu adama yardım edecek kimse yok mu?” diye… Zira adam buz satıyordu, hava sıcaktı ve buzlar eriyordu. O da telaşla sermayesini nakde döndürme derdindeydi.
Bunu gören Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri, yere çöktü ve başını iki elinin arasına alıp kalakaldı. Etrafındakiler ne olduğunu sorduğunda, dikkatleri buz satan adama çevirdi ve şöyle dedi:
Şu buz satan adamın sözleri beni sarstı. Bütün dengemi bozdu. Bakın! Elindeki sermaye sıcak karşısında eriyip gidiyor ve o da sermayesini değerlendirme telaşıyla koşuşturup bağırıp çağırıyor. Yaz biz? Bizim sermayemiz de ömrümüz değil mi? Zaman karşısında hızla tükenip gitmiyor mu? Peki, biz ne yapıyoruz? Sermayemiz hakkında şu adamın telaşının kaçta kaçı hangimizde var?
Alın size sarsıcı bir soru daha!
İkinci olarak, sorulan soru sarstı beni. Kıyamet ne zaman kopacak? Ve verilmesi gereken cevap! Şu açıdan sarsıcı: Her soru sadece karşıdakinden gelen cevaba matuf değildir. Cevabın öznesi her zaman karşı taraf değildir; bilakis çoğu zaman sorandır. Birisine “Nasılsınız?” demenin bile edebinden bahsedilmiştir. Alacağın cevap karşısında sana düşeni yapabilecek olup olmamakla ilişkilendirilmiştir. Elbette bu, şehir hayatının ve modernitenin getirdiği soğuk ilişkiler moduna taşınmamalıdır.
Fakat bir işçi patrona soruyorsa kendi yükümlülüğünün de farkında olmalı ki üzerine düşende açığa düşmesin. Aynısı patron için de geçerlidir; işçisine muhatap olduğunda öznesi olduğu konudan hariç tutmamalıdır kendisini/sorusunu/sorgusunu. Ve dahi milletten devlete, devletten millete her alanda geçerlidir sorma ve cevap ilişkisi.
Zalimliğiyle meşhur olan Haccac evinden çıktığında bir kısım protestocularla karşılaşmıştı. Ellerindeki taşları birbirine vuran insanlar, “Hazret-i Ömer’in adaletini istiyoruz” diyorlardı. Buna mukabil Haccac, yerden iki taş aldı ve birbirine vurarak “Hazret-i Ömer’in halkını istiyorum” diye karşılık vermişti.
Hadi şimdi öncelikle kendimize dönelim ve soruları önce kendimize soralım. Modern dünyanın kalplerimize taşıdığı haddini bilmez özgürlük ve eleştiri kültürünü önce kendimiz ve sınırlarımız için ortaya koyalım.
Bunlara karşı mıyım? Hayır! Ölçüsü belli olacak şekilde hem insani hem de İslamidir, özgürlük de eleştiri de. Fakat burada sarsıcılık, her meseleden önce, önceliği kendimize/nefsimize verebilmek olmalıdır. Böylelikle her meselede çözüm daha kolay olacaktır.
Mesela trafikte yanlış yaptınız ve size tepki gösteren adama siz mülayemetle karşılık verdiniz; problem çözüldü. Fakat aynı tonda karşı geldiniz, sonu nereye gider Allah bilir.
Ve en baştaki hadisin sonunda geçen, şu kısa ömürde az ameline rağmen teraziyi dengeleyen ve nezd-i Peygamberîde karşılık bulan Allah ve Resulünü sevmek beyanı. Haydi, şu hadis-i şerifi hatırlayıp bitirelim ve kendimize gelelim.
Ebû Hüreyre’nin naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Size, yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir iş göstereyim mi? Aranızda selâmı yayın.”[2]
[1] Buhârî, Edeb, 96
[2] Müslim, İman, 93