ÇEVRENİN İNSANI, İNSANIN ÇERÇEVESİ

İnsanın yenemediği hırsının dizginlenemeyen koşusu altında heder olan bir çevre ile karşı karşıyayız. İnsanoğlunun bir taraftan kendi eliyle tahrip ettiği çevreyi, diğer taraftan farklı söylem ve eylemlerle ehlileştirip kontrolünü eline alma çabaları/kendince tamir etme gayretleri gündemimizi meşgul ediyor ve edecek de…

Çevre konusunda hedefleri farklı olsa da çokça söz ve çalışma içinde insanoğlu. Küresel ısınmadan, yetersiz kaynaklara, sıfır atıktan kontrolsüz yapılaşmaya, orman yangınlarından hayvan haklarına kadar pek çok konu her gün gündemimize giriyor, sokuluyor.

Biz de bu çerçevede yaşatıldığımız şu dünyayı bir parça anlamak, anlamını bulmak gayretiyle aşağıdaki yazıyı kaleme aldık. Zira çoğu zaman asıl çözüm atlandığı veya görülmek istenmediği için, sadece problemler gelmekte önümüze ve sadece bunlar gündem yapılmaktadır.

İnsan Düzelirse Dünya da Düzelir

Söz odur ki adam, bir haftanın yorgunluğundan sonra, pazar sabahı keyifle eline gazetesini aldı ve bütün gün rahat ve sükûn içinde evde oturacağını hayal ediyordu. Tam bunları düşünürken oğlu koşarak geldi ve parka ne zaman gideceklerini sordu. Baba, oğluna söz vermişti; bu hafta sonu parka götürecekti onu, ama bugün hiç dışarıya çıkmak istemiyordu. Çocuğu oyalamak düşüncesiyle etrafına bakınırken, gazetenin promosyon/tanıtım için dağıttığı dünya haritası gözüne ilişti. Önce dünya haritasını küçük parçalara ayırdı ve oğluna uzattı: “Eğer bu haritayı düzeltebilirsen seni parka götüreceğim” dedi.

Sonra kendi kendine, “En iyi Coğrafya hocasını getirsen bu haritayı akşama kadar düzeltemez!” dedi. Fakat aradan on dakika geçtikten sonra oğlu koşarak babasının yanına geldi: “Babacığım, haritayı düzelttim. Artık parka gidebiliriz!” dedi.

Adam önce inanamadı ve görmek istedi. Gördüğünde de hayretler içindeydi ve oğluna “Oğlum sen dünyayı tanımıyorsun ki, nasıl oldu da hem de bu kadar kısa zamanda yaptın?” diye sordu. Çocuk şu ibretlik açıklamayı yaptı:

“Evet dünyayı tanımıyorum. Ama bana verdiğin haritanın arkasında bir insan resmi vardı. Onu tanıyorum. Ben de onu düzelttim. İnsanı düzelttiğim zaman baktım ki dünya kendiliğinden düzelmiş!”

İnsan ve Çevre

Ayet-i kerimelerde beyan edildiği üzere çevrenin yaratılması ve belirli bir düzene sokulması Allah’ın kudreti ve ilmiyledir. 

“O (Allah) ki, göklerin ve yerin mülkü onundur … her şeyi yaratıp onu (maslahatına en uygun bir şekilde) tayin ederek takdir etmiştir.”[1]

“O Rahman (olan Allah), Kur’an’ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona beyanı (açıkça anlatmayı) öğretti. Güneş ve ay, bir hesaba göre (hareket etmekte)dir. (Gövdesiz olarak yerde biten) bitkiler de ağaçlar da (Allah’a) secde ederler. Göğe gelince, onu yükseltti ve mizanı (umum kâinatta adâlet ve dengeyi) koydu. Ta ki tartıda haddi aşmayın!”[2]

Ayetin sonundaki haddi aşmayın cümlesi çerçevesinde insanın öne çıkan önemli bir özelliği Ahzab Suresi, 72. ayette şöyle bildirilmiştir: “Muhakkak ki biz emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik de (onlar) onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular; insan ise onu yükleniverdi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.”

Bu ayetin izahı sadedinde şu cümleler de ehemmiyetlidir. “İnsan, Hâlık-ı kâinatın esmasının (isimlerinin) nihayetsiz tecellilerine bir ayine olduğu için, kuvâlarına (hislerine) nihayetsiz bir istidat (kabiliyet) verilmiş. Meselâ insan hırs ile, bütün dünya ona verilse ‘Daha var mı?’ diyecek. Hem hodkâmlığı (menfaatine düşkünlüğü) ile, kendi menfaatine binler adamın zararını kabul eder. 

Ve hakeza (bunun gibi) ahlâk-ı seyyiede (kötü ahlâkta) hadsiz derecede inkişafları olduğu ve Nemrutlar ve Firavunlar derecesine kadar gittikleri ve sîga-i mübalağa (mübalağalı tabir) ile zalûm (çok zulmedici) olduğu gibi, ahlâk-ı hasenede (güzel ahlâkta) dahi hadsiz bir terakkıyâta (yükselmeye) mazhar olur, enbiya ve sıddîkîn (peygamberler ve sıddıklar) derecesine terakki eder. 

Hem insan hayvanların aksine olarak hayata lâzım her şeye karşı cahildir, her şeyi öğrenmeye mecburdur. Hadsiz eşyaya muhtaç olduğu için, sîga-i mübalağa ile cehûldür (çok cahildir).”[3]

***

Bu ayetleri “insan ve çevre” ilişkisini temellendirmek için aldık. Çevreyi/kâinatı içindekilerle beraber yaratan Allah’tır. Onları belirli bir düzende ve devam edebilirlik içerisinde tutan da O’dur. Yani çevrenin düzenli çalışabilmesi, bozguna uğramaması, Allah’ın koyduğu fıtri kanunlara uymaktan geçmektedir. Allah’ın her şeyin yaratıcısı olarak bilinmesi, kabul edilmesi ve ona göre de hareket edilmesi önemlidir. Ki çevrede zaten var olan düzenin devamından bahsedebilelim.

Fakat burada devreye insan girmektedir. İnsan ise ayetin beyanıyla hem çok zalim hem de çok cahildir. Cehaletini iman bilgisiyle giderip, nefsaniyetten kurtularak Rahmani bir hal almazsa kendisi ve çevresi ile uyumlu olması ve dahası çevre düzeninden bahsetmek mümkün değildir.

Kâinat/Çevre Bir Kitaptır

Çevre şuurunun oluşmasında önemli olan konulardan birisi de çevreyi nasıl anlamlandırdığımızdır. Etrafımıza baktığımızda gördüklerimiz bize önemli bilgiler vermektedir. Haddizatında bütün fenni bilimler, kainattaki varlıkların görünen/görünmeyen ilişkilerinin tespiti ve sınıflandırılması ile ortaya çıkmıştır. Fen bilimleri, tabiat kitabının okunmasıdır. Yani tabiat bir kitaptır. Kâtibi de Allah’tır.

Kâinatın bir kitap olarak elbette önemli bir vazifesi var. Kendisi ve içindekilerin ilişkisinden daha çok, bütün o ilişkileri kuranın maksat ve hikmetlerini anlatır bizlere. Ayetin beyanıyla “Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O’nu tesbih eder; O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur…”[4]

“Ayetin üzerinde durduğu, bütün varlıkların Cenâb-ı Hakk’ı tesbih etmesi vardır. Müfessirlere göre bu da iki çeşittir: 1. Dil ile tesbih. Her şey kendi diliyle Hakk’ı tesbih eder ama ayette belirtildiği gibi insanlar bunu anlayamazlar. 2. Hal ile tesbih… Özetle zerreden küreye, galaksilerden hidrojen çekirdeğinin etrafında saniyede 2000 km. hızla dönen elektrona kadar evrendeki her şey Allah’ın mutlak düzeni içinde işlemekte, O’nu tesbih etmekte, O’nun varlığına, birliğine kudret ve hikmetine şahitlik etmektedir.”[5]

Nükte

Bir zaman öğretmen olan bir arkadaş anlatmıştı. Öğretmenliğe yeni başladığım senelerdi. Türkiye’nin en doğusunda başladığım bu hayatımda evde birkaç öğretmenle birlikte kalıyorduk. Ben akşamları Risale-i Nurlardan okuyup yazıyordum. Zaman zaman da ev arkadaşlarıma okurdum, onlar da dinlerdi. Bir gün mahlukatın Allah’ı tesbih ettiği bölümlerden okumuştum. Ertesi gün akşam arkadaşlarımdan birisi bana gelip sitem etmeye başladı. “Sen bana ne yaptın?” diyordu. Anlam veremedim. “Nasıl yani, ne yapmışım?” deyince şöyle devam etti. “Ben yere oturduğum zaman ellerim çimenlere gider. Otururken gayriihtiyari otları yolarım. Fakat bugün ne zaman elimi atsam akşamki ders aklıma geldi. Onların Allah’ı zikir ve tesbih ettiklerini hatırladıkça otları yolamadım.”

Başka bir nükte

Bir gün Üftâde Hazretleri, mürîdleriyle beraber bir kır sohbetine çıkmıştı. Emri üzerine bütün dervişler, kırın en güzel yerlerini dolaşarak hocalarına birer demet çiçek getirdiler. Ancak Kadı Mahmûd Efendi’nin elinde sapı kırılmış solgun bir çiçek vardı sadece. Diğerlerinin neşeyle elindekileri hocalarına takdiminden sonra Kadı Mahmûd, boynunu bükerek bu kırık ve solmuş çiçeği Üftâde Hazretleri’ne takdim etti.

Üftâde Hazretleri, diğer mürîdânın meraklı bakışları arasında sordu:

– Evlâdım Mahmûd! Herkes demet demet çiçek getirdikleri hâlde, sen niçin sapı kırık solgun bir çiçek getirdin?..

Kadı Mahmûd, edeple başını önüne indirerek cevap verdi:

– Efendim! Size ne takdim etsem, azdır!.. Ancak hangi çiçeğe koparmak için elimi uzattıysam onu “Allah Allah” diyerek Rabbini tesbîh eder bir hâlde buldum. Gönlüm onların bu zikirlerine mâni olmaya razı gelmedi. Çaresiz ben de elimdeki şu tesbîhine devam edemeyen çiçeği getirmek zorunda kaldım![6]

Günümüz

Yaz aylarından çıktık. İnsanların tatil için gittiği yerlerin oradan ayrıldıktan sonraki halini görme imkânınız oldu mu bilemiyorum. Fakat ben bir vesile uğradığım yerler oldu ve her zamanki gibi gerçekten üzüldüm, kırıldım, kızdım. Etrafta çöp kutuları olmasına rağmen o çöplerin uluorta etrafa saçılmasını gerçekten anlayamıyorum. Sonra dönüp, ayetteki insanın durumunu hatırlayınca, demek böyle oluyormuş demekten başka bir şey de bulamıyorum.

Nükte

Halife Harun Reşîd bir gün Behlül-i Dânâ ile sohbet ederken; “Ey Behlül! Sana sarayımda bir oda ve hizmetçiler vereyim. Yeter ki bu eski elbiselerden kurtul. Yenilerini giy. İnsanlar arasana karış.” dedi.

Bunun üzerine Hazret-i Behlül; “Müsaade ederseniz bir danışayım.” dedi. Halife, “Kime danışacaksın, kimsen yok ki?” diye cevap verdi. Behlül de “Ben danışacağım yeri biliyorum.” dedi ve oradan ayrıldı. Harun Reşîd arkasından adamlar salıp danışacağa yeri öğrenmek istedi. Behlül gide gide şehir dışında bir mezbeleliğe/çöplüğe gitti. Başını eğip bir şeyler dinlermiş gibi yaptı. Bir şeyler söylendi. Daha sonra oradan ayrıldı. Saraya yöneldi.

Sultanın adamları ondan önce saraya dönüp hâdiseyi halifeye bildirmişlerdi. Behlül huzura girince, halife Harun Reşîd ona; “Ey Behlül! Söyle bakalım vereceğin cevabı.” dedi. Behlül, “Danıştım efendim. Lâkin insanlar arasına karışmam mümkün değil.” dedi. Halife heybetle, “Ey Behlül! Sen gidip çöplere danışmışsın, haberim oldu.” dedi. Behlül de “Doğru söylüyorsun, onlara danıştım. Onlar bana cevap verdiler ve “Ey Behlül! Biz vaktiyle güzel ve nefis yiyeceklerdik. Bütün güzellikler bizdeydi. Sevgi ve itibarımız çoktu. Ne zaman ki insanlar arasına karıştık, işte bu hâle geldik. Çöpe atıldık. Sen de sakın insanların arasına karışma!” dediler. Bu sözlerdeki ince manaları anlayan Hârûn Reşîd: “Haklısın!” deyip düşüncelere daldı.

Portre

Çevrenin insanı ve insanın çerçevesini bu şekilde çizdikten sonra portreyi tamamlayalım şimdi de. Tabiat kavanin-i adetullah ile gayet muntazam devam ederken, içine zalum ve cehul sigası kapsamındaki insanlar girince, danıştığı yiyeceklerin Behlül Dânâ Hazretlerine verdikleri cevap gibi bir tablo çıkıyor karşımıza.

Dolayısıyla en başta yazdığımız hikâyede olduğu gibi çevrenin/dünyanın düzelmesini istiyorsak önce insanı düzeltmeliyiz. Daha doğrusu kendimizi düzeltmeliyiz. Yani normal şartlarda tıkır tıkır işleyen kâinatı o tarzda kim çalıştırıyorsa bizler de onun emri altına girip, onun istediği şekilde hayatımızı düzene sokmalıyız ki çevre/dünya/kâinat ile senkronize olalım ve uyum içinde bulunabilelim.

Değilse kendini -haşa- tanrı ilan eden kafaların sapkınlığı içerisinde hem dünyamız hem de dünyalarımız perişan olacaktır. Poşetin paralı olması, küresel ısınma filmlerinin bütün sinema dünyasını istila etmesi gibi hareketler kalıcı çözümler olmayacaktır. Hatta bazıları daha kötüye gidiş için insanların uyutulmasını amaçlayan araçlardan öteye geçmeyecektir.

Lütfen ama lütfen “-mış” gibi işlerden uzaklaşıp gerçekten insanla ilgilenelim. Çözüm insanda, bizde…


[1] Furkan, 2

[2] Rahman, 1-8

[3] Mektûbât, 26. Mektûb, 130

[4] İsra, 44

[5] Kur’an Yolu Tefsiri, c. 3, s. 485-489

[6] https://www.hudayivakfi.org/aziz-mahmud-hudayi-hazretlerinin-hayati.html Erişim: 20 Eylül 2021

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s