AH BE SİMİT!

Simitle yolu kesişmeyen yoktur herhalde. Simitten kastettiğim şey, üzeri susam kaplı, hamuru pekmezli, Türkiye dahil Orta Doğu ve Balkanlarda tüketilen yuvarlak biçimli ekmek türü. Öğrencinin, memurun, esnafın hasılı herkesin, tavşan kanı çay eşliğinde tükettiği en temel besin maddelerinden biridir simit…

Otogarların, kantinlerin, her arabasını itenin farklı ton ve uzatmalar eşliğinde ismini seslendirmesiyle sokakların, çay ocaklarının, kafelerin vaz geçilmezi olan şeydir…

Son dönemlerde adına saraylar yapılan, Avrupa görüp arz-ı endam eyleyen, köyden pazara gelenlere eşlik eden, herkesin göz ucuyla arayıp “Ha işte orada” sözüyle biten kelimedir…


Halil Sahillioğlu’nun araştırmalarından anlaşıldığına göre İstanbul’da 1525’ten beri tüketilmektedir.[1] Evliya Çelebi’nin radarına takıldığı kadarıyla 1630’larda İstanbul’da simit satışı yapan yetmiş kadar işletme bulunmaktadır.[2] Zamanla ve bu zamanımıza kadar farklı çeşitleri de olarak günümüze kadar gelmiştir.

İstanbul’a gelmek bir taraf, İstanbul’dan gitmek ise ayrı bir taraftır ama kesiştikleri bir nokta var ki orası da İzmit’tir. İstanbul’a giriş ve çıkışın ilk durağı olan İzmit, müsafirleri/yolcuları, (şimdilerde pişmaniye pazarladıkları gibi o zamanlarda) burgulu, dışı çıtır, iç yumuşaklığı ve apayrı lezzeti simidiyle istikbal eder ve simidin o tatlılığı ve besleyiciliğiyle memnun ederdi…

Ve diğerlerine göre daha ince ve küçük, fakat bol pekmezi ile Ankara simidi, yassı şekliyle Manisa taban simidi, susamsız Rize simidi, yine susamsız fakat fitilli Kastamonu simidi, dikdörtgene yakın yuvarlak kenarlarıyla Nevşehir simidi, gevrek ismiyle anılan İzmir simidi, hele Abdal’ın Fırınında yerseniz kendine mahsus şekli ve tadıyla Bursa simidi…

Türkiye, dört köşe dört bucak susam kokusu ve pekmez tadıyla coşar, her yeni günün başlangıcı, hasretle bekleyişin adı, çayla aynı karenin fotoğrafı olarak simidi bağrına basardı…


E, mevzu nedir, derseniz, anlatayım…

Bu sabah, her zaman hususen simit almak için gittiğim markette de simidin iki buçuk lira olduğunu gördüm. Bir, o markete gidiyorum, çünkü gerçekten simide benzer haliyle simit bana en yakın olarak orada var. Artık taş fırın simitleri bile apayrı bir şekil almaya başladı. Poğaça tadında simitler üretilmeye başladı. Yukarıdan beri anlatmaya çalıştığım simit ne yazık ki son zamanlarda ortadan kayboldu.

İki, markete gittim ve simidin, halkla bütünleşmiş, bizden biri olmuş, neredeyse her gün gördüğümüz o şeyle aramıza biraz daha mesafe girmiş olduğuna şahit oldum.

Olabilir canım, her şey pahalanıyor, diyebilirsiniz. Fakat öyle olmuyor işte. Bazı şeyler öyle olmuyor. Bazı şeylere böyle şeyler yakışmıyor. Bir simidi bile -ki o simit yukarıdaki bütün cümlelerle birlikte anlaşılmalı- bir yerde tutamamak hem nitelik hem de nicelik olarak koruyamamak, olmuyor be kardeşim.

Bu hali poşet meselesinde de yaşamıştım. Kardeşim, etrafa poşet mi atılsın, elbette şöyle böyle olmalı da diyebilirsiniz. Ki zaten ben, o dediğiniz şeyi de demiyorum. Ama öyle değil de başka türlü olabilirdi. Poşete eli değmeyen yoktur. Simide eli değmeyen yoktur. Bunlar herhangi bir nesne gibi değerlendirilmemeli. Halkla beraber düşünülmeli. Düşünülmeliydi…


Neyse siz kusuruma bakmayın. Ben yaşadığım hali yazdım. Simidin ağzımızdaki o güzel tadının kaybolmasıyla birlikte bu fiyatlarda satılır hale gelmesine üzüldüm. 

Kırıldım. 

Bütün taş fırınlar adına sitem ettim.

Bütün çay bardakları kadar esef duydum. 

Bütün martılar kadar içtenlikle bir kez daha baktım simide, çalan vapur sireninin ardından uzunca…

Neyse, sözü şaire bırakıp mevzua bir virgül atalım, nihayetinde umudun adı değil mi virgül… 

Kaderim gibi gevrek mi en dış yüzeyi…
İçimdeki sönmeyecek yangını, 
anlatır mı, o üzerine sürülen pekmezin karası? 
Halka halka boynumuza geçen dertleri,
anlatır mı, çıktığın fırının sımsıcak ateş tuğlası? 
Hayatın hoyratça bittiği,
Ömrün geçip gittiği,
Her güzel ve çirkinin çarklarında yittiği gibi,
Isırdıkça biter mi? 
En önemlisi,
Her tadılan lokmada
Akıldan hiç kaybolmayacak bir nefaset,
bırakır mı, beynimin en ücra köşesine? 
Mıh gibi çakılır kalır mı o mis gibi koku…
Her canım simit çektiğinde
Bu tadı duyar mıyım? 
Bu kokuyu alır mıyım? 
Canım hep güzel bir şey yemek istediğinde,
Elimde demini tam almış bir bardak çay, 
seni anar mıyım?[3] 


[1] Sahillioğlu, Halil. “Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1525 Yılı Sonunda İstanbul’da Fiyatlar” Belgelerle Türk Tarihi 2 (The Narh Institution in the Ottoman Empire and the Prices in Istanbul in Late 1525. Documents in Turkish History 2) (Kasım 1967): 56

[2] Evliya Çelebi Seyahatnâmesi Kitap I. [The Seyahatname Book I] (Prof. Dr. Robert Dankoff, Seyit Ali Kahraman, Yücel Dağlı). İstanbul: YKY, 2006: 231

[3] https://www.antoloji.com/bana-simit-satar-misin-siiri/

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s