Hepimizin haberi olmuştur zannederim; birkaç gün önce, dilimize yeni giren bir kelimeyle (youtuber) anılan bir genç, verdiği söz üzere, bir videosunun beğeni sayısı belirlenen rakama ulaşınca canlı canlı mezara girdi.
Bir sürü ekipmanın hazırlanması, masrafları, özel ambulans bekletilmesi ve her şeye rağmen böyle bir şeye izin verilmesi de ayrıca konuşulması gereken bir hikâye…
Benim burada dikkat çekmek istediğim mesele, sadece bu hadise ile sınırlı olmamak kaydıyla, beğenilme arzusu.
Elbette herkes beğenilme arzusu hisseder. Takdir edilmek ister. Onaylanmak ister. Dikkate alınmak ister. Bu insanidir. Fakat aşırısı ve haddini aşanı -her şeyde olduğu gibi- bunda da zarardır ve insanın gerçek manada kendisini tanımaması demektir.
Facebook hayatımıza girdiğinde bir de beğen tuşu gelmişti yanında hediye olarak. İnsan için en aranılan şeyi sunulan şeyin yanında vermek, elbette sunulanı cazip kılan önemli bir husustu ve öyle de oldu. Gerçek hayatta (yanlış beklenti içine girdiği) beğenilme arzusunu yakalayamayan veya kendisince hak ettiği beğeniyi göremediğini düşünen insanlar, olanca himmetlerini sosyal medya araçlarına vermeye başladılar. Yediden yetmişe herkes, arzusuyla yanıp tutuştuğu beğenilme ihtiyacını karşılamak için buralara akın etmeye başladı.
Burada bende oluşan bir hissiyat ve benzetmeyi dikkatinize sunmak istiyorum. Beğen tuşunun ikonu, filmlere yansıdığı kadarıyla Roma İmparatorluğunda kolezyumda yapılan gladyatör dövüşlerine, daha doğrusu dövüş son noktaya geldiğinde yenik düşenin yaşayıp yaşamamasına karar verilen işarete benzemektedir. Yumruk yapılmış elin tek açık parmağı olan başparmak aşağı dönerse bu, “öldür/yaşamasın” demektir.

Beğen tuşunu ifade eden ikonda parmak yukarıya dönüktür ve beğenildiğinizi gösterir. Belki bu durum sizi memnun eder ve aldığınız haz, yaptığınız paylaşımın beğenilip beğenilmediğini kontrol emeniz için sizi sürekli olarak tahrik eder. Hatta bazen öyle bir noktaya gelir ki, beğenilme arzusunun öldürücü cazibesine kapılır, canlı canlı mezara bile girersiniz. Arttıkça mutlu olur, az olursa üzülürsünüz. Ya da sizden daha çok beğeni alanların baskısı altında ezilirsiniz.
Beğen tuşu güzel gözükmekle birlikte, beğenilmemenin verdiği acı, ızdırap ve sosyal çıktılarının da gerçekten görülmesi ve insan üzerinde nasıl bir tahribat yaptığının ortaya konulması, dahası tedbirlerinin alınması gerçekten önemlidir. Kolezyumda aşağı dönen başparmağın verdiği neticenin, beğenilmeme ile karşılaşan insanda da neredeyse aynı etkiyi ortaya koyduğunun anlaşılması mühimdir. Zira zaman zaman haberlerde bu tarz şeyleri bulmak mümkündür.
Sosyal medyanın “insanlığın en büyük varoluşsal tehdidini” oluşturduğunu söyleyen Social Dilemma (sosyal ikilem) isimli belgesel konuyu anlatması noktasından görülmeye değer.
Sonradan bu beğen tuşu çeşitlendirildi; duygu durumuna göre ikon seçebilir oldunuz. Başka sosyal medya araçlarında ise kalbe dönüştü. İçi boş bir kalp. Siz basınca kanla dolan bir ikon.

Şimdi gelelim sadede…
İnternet ve sosyal medya araçları hayatımıza olabildiğince girdiği ve artarak devam ettiği bu dönemde başta kendimizi ve aile efradını, çoluk çocuğumuzu nasıl koruyacağız? Bunun dışında kalmak mümkün gözükmüyorsa ki öyle gibi, o zaman zararlarından nasıl koruyacağız veya zararı en aza nasıl indireceğiz?
Bununla alakalı çok sözler söylendi, çok şeyler yazılıp çizildi. Fakat covid-19 ile birlikte olmayan evlere de internet girdiğinden ve eğitim çağındaki çocukların hemen hepsine telefon alındığından, bu araçlarla birlikte yazılım kısımları da dünyalarımıza tekrar ve daha güçlü taşınmış oldu. Taşınmaya da devam ediyor. Bütün söylenen sözler de unutulup gitti, yeniden hatırlatılmayı hak ediyor!
Bu manadaki problemlerin temel çözümü aile diyorum ben. Ailemizle konuşabildiğimiz oranda bu zararları azaltabiliriz. Sosyal mecraların zararlarını ve faydalı yönlerini konuşarak; dahası burada geçirilen vakitlerin bir kısmını başka güzel şeylere yönlendirerek yani onlarla vakit geçirerek düzeltebiliriz. Okullarda konulan derslerin, farklı platformlarda yapılan yayınların elbette faydası olacaktır. Ya da buralara bizce düzgün içerikler üretmek de önemli bir faydadır.

Fakat çözüm fikirdedir. Anne ve babanın ailesiyle, çocuklarıyla konuşması, iyi olan fikirleri onlara aktarması son derece önemlidir. Kalbin, dokununca kan kırmızı olan beğen ikonu gibi değil de imani hakikatlerle beslenmesi olmazsa olmazdır. “Mehazdeki kudsiyet imtisale sevk eder.” Yani kaynaktaki kudsiyet söylenen söze uymaya yönlendirir.
Yoksa her zaman alıcıları açık olan insan/özellikle çocuklar, dışarıdan gelen uyarıcıların seslerine kulak verecek ve zamanla kalpleri kırmızı noktalarla dolma eğilimi ve beğenilme arzusu arayışıyla dışarıdaki insanların/makinelerin insafına kalacaktır.
Bu arzunun önce ama en önce ailede giderilmesi olmazsa olmazdır.
Son bir şey daha söyleyip bitireyim. Rivayet o ki bir adam evinin önüne bir kabir kazar. Her sabah içine girer ve kendine, “Ey kişi, dün ne yaptın hesabını ver bakalım” deyip kendini inceden inceye hesaba çekermiş. Z raporunu aldıktan sonra tekrar “Peki, sana bir gün daha verilse ne yaparsın?” diye sorar ve günün planını yapmış olarak oradan çıkar ve hayatına devam edermiş.
Beğenilmeye değil de Rabbimizi razı etmeye çalışmak bizi dünyada ve ahirette ve her durumda mutlu edecek, dahası arızalardan ve sıkıntılardan koruyacaktır.
Allah’tan razı olmamız ve Allah’ın razı olduğu kullar olmamız duasıyla…
