KARADENİZLİ BİR BAYRAM

Ailecek hukukumuz olan bir arkadaşın işi Bayburt’a taşınınca biz de epeydir gündemimizde olan Karadeniz seyahatine çıkma işini gerçekleştirme kararı aldık. Kurban Bayramının birinci günü de dahil baba ocağı Gölpazarı ilçesinde sıla-i rahim yaptıktan sonra, ikinci günün sabahı iki yetişkin, iki orta bir küçük çocukla beraber yola revan olduk.

Akşemseddin Hazretlerinin Türbesi

İlk Durak Göynük

İlk durağımız Göynük oldu. Gölpazarı’ndan Taraklı üzeri yol alarak geldik buraya. Akşemseddin Hazretlerine uğrayıp dualarımızı onun şahsında i’la-yı kelimetullah davasında yer almış herkese gönderdik.

Göynük daha fazla vakit geçirmek istediğimiz bir yer olmakla beraber, önümüzdeki uzun yolun varlığının verdiği görece tedirginlik, yola revan olmamıza sebep oldu. Dergide kullanmak için birkaç mezar taşı resimledikten sonra akşam kalmayı planladığımız Giresun’a doğru tekrar yola koyulduk.

İstasyon Camii

İstasyon Cami / Çarşamba-Samsun

Önümüzdeki yol uzundu, fakat gördüğümüz/göreceğimiz pek çok şey yeni olduğu/olacağı için yolun uzunluğu ne fikren ne psikolojik olarak gündemimize girememişti. Bayram olmak hasebiyle yollar gerçekten kalabalıktı. Gerede-Havza arası sıkışık bir trafikte gittik, yer yer rahatlama olsa da… Samsun-Giresun arası da akıcı fakat yoğun trafik vardı; trafik lambaları da cabası…

Gerede’den sonra Kale isimli bir restoranda kahvaltı/yemek molası verdik. Yol hali, ha şurada duralım ha burada duralım derken sabah kahvaltısı ile öğle yemeğini birleştirmiş olduk.

Neyse ki Samsun’a ulaştık. Mayıs değildi aylardan, fakat biz hala gençtik. Neyse niye girdiysem buraya… vakit daralıyor ve bizim öğle namazını kılmamız gerekiyordu. Çarşamba ilçesi üzerinde ilerlerken bir cami ilişti gözümüze, sonradan iyi ki burada durmuşuz diyeceğimiz.

Böyle diyorum çünkü fotoğraflarda da gördüğünüz üzere ihtiyacınız olacak her şey karşılanır bir hazır bulunuşluğu vardı. Lavaboları gerçekten temizdi. Bu temizlik meselesini, yolculuğun ilerleyen bölümünde değineceğim üzere Erzurum’da Abdurrahman Gazi Türbesi’nde yaşadığımız tecrübeyle daha da kuvvetle dillendirecektik.

Giresun/Tirebolu

Ede Köyü / Tirebolu

Vakit yatsıyı geçerken Tirebolu Ede köyü kavşağında, bizi misafir edecek ilk ev sahibi güzel insanlarla buluştuk. Evet, belirli bir rotada ilk planladığımız arkadaşlara doğru yol alıyorduk, fakat yol üstünde hukukumuz olan başka arkadaşlara uğramayı da ihmal etmiyorduk. Bu hem uzun zamandır görüşemediğimiz dostlarla bir araya gelip halleşmeye hem de uzun yoldan bahisle istirahat etmeye vesile olmuştu.

Bu arada Bayburt’a gidiyorduk, lakin hedef rotadaki arkadaşlar bayram vesilesiyle Trabzon/Arsin’de olduklarından sahil boyu gelmiş olduk.

“Gönül ne kahve ister ne kahvehane gönül sohbet ister kahve bahane” sözünün beyan ettiği üzere geç vakte kadar sohbet ettik; ederdik de lakin sabah devam edebilme gücünü toplamak ve gün boyu devam eden yolculuğun yorgunluğunu atmak niyetiyle kendimizi istirahatte bulduk.

Yeşil/Mavi

İstanbul gibi şehirlerde yaşayanlar için kaldığımız mesken inanılmaz güzeldi. Gerçi Karadeniz hep öyle ya… her tarla başında bir ev. Mesken tâbi olmuş, asıl olan toprak olarak asilliğini korumuş yerlerden bahsediyorum. Dere ve kuş sesleri, bol oksijen, yemyeşil araziler ve masmavi (deniz biraz bulanıktı gerçi) su ile iç içeydik.

Biz oralardayken Rize yoğun yağmur ve sel ile uğraşıyordu. Rabbim her türlü musibetten muhafaza eylesin cümlemizi.

Ertesi Gün

Organik/fıtri mi diyorlar, yöresel/mahalli mi; işte onların pek çoğunun bulunduğu güzel bir kahvaltı yaptık. Aşık Veysel’in “Koyun verdi kuzu verdi süt verdi / Yemek verdi ekmek verdi et verdi / Kazma ile döğmeyince kıt verdi / Benim sadık yârim kara topraktır” dediği üzere toprakla hemhal olan insanların, şehirlilerin özendiği ne güzel çeşitleri ve sıhhate vabeste nimetlere mazhariyeti vardı, şahit olduk.

Çayımıza manzarayı gören hâkim mekânda, yılların biriktirdiği muarefeden gelen güzel sohbetle devam ettik. Çay demişken şu ayrıntıyı bahsetmem lazım. Bulunduğumuz yer Tirebolu. Tirebolu bizim lügatte çay demek. Diğer okuyuşla bizde çay demek, Tirebolu 42 demek. İsmini ilk defa Arnavutluk’ta duymak nasip olan Tirebolu 42 numara çay ile birlikteliğimiz on seneyi aşkındır devam eder. Şimdi ocağına geldik. Cidden apayrı bir duygu.

Çay kutusu üzerindeki bu 42 numaranın tescilden dolayı veya 42. fabrika olmaktan bahisle konulduğunu söyleseler de bölge insanı bunun 1920’de Pontus çetelerine karşı gönüllülerden oluşan Nizamiye Alayı’nı kuran Tirebolu doğumlu Hüseyin Avni Bey komutasındaki 42. Alay’ın hatırasını yaşatmak için 42’nin marka olarak kullanıldığını belirtiyor.

Hüseyin abiyle de görüşüp bayramlaşmak, sohbet imkânı oldu. O her zamanki gibi Risale-i Nuru devridaim suretinde okumak ve bu şekilde bilgi ve feyzi artırmak üzerinden ve mütalaalarından özellikle Lahika mektupları okumanın ehemmiyetinden bahsetti, memnun olduk.

Giresun Kalesi

Giresun Kalesi

Yukarıda da demiştim, bu bayram her taraf kalabalık maşallah. Fındık henüz başlamadı ama yine de kalabalık. Gelmişken şehrin güzelliklerine/özelliklerine yakından bakmak güzel. Hem bilgimiz hem de görgümüz artıyor.

Sahil boyu devam eden bu illerde, dağların denize dik uzanmasının da verdiği avantajla kısa süre sonra bir tepeye ve şehri yukarıdan görme lezzetine ulaşabiliyorsunuz. Kalabalıktan bahisle trafik ve park problem olsa da kaleye çıkabildik. Etrafı gördük, gözlemledik. 

Akşama doğru…

Yağlıdere’ye uğramak yerine ayaküstü de olsa Espiye’de eskimez dostlardan Hüseyin Bey ile görüştük. İstanbul’da görüşüyoruz ama yerinde görmek/görüşmek başka bir şey. Akabinde Arsin’e doğru yola çıktık.

Sahilden yukarı üç kilometrelik bir yol ve Bayburt’ta ziyaret etmeyi planladığımız ama bayram vesilesiyle baba ocağında olan arkadaşların Karadeniz’in bu güzel manzarası eşliğindeki meskenlerine ulaşmış olduk.

Yeme-içme, sohbet-muhabbet ve yine bol oksijenli temiz havanın cazibesine kapılıp yastığa beş kala kendimizden geçmişiz.

Daha önce de yazdığım gibi, buralarda asıl olan mesken değil, toprak. Evler fındık tarlalarının başında. Yeşilin baskın olması, fındıkla beraber farklı ağaç zenginliği evleri adeta yok kılıyor. Güzel bir harmoni var ortamda. Fakat dikkat çeken bir nokta var, o da şu: Arapların Karadeniz ilgisi burada onlara yönelik satışa çıkarılacak bina yapımını hızlandırmış. Pandemi sebebiyle yavaşladı, hatta durdu diyorlar, lakin başlayacak ve devam edecek gibi. İnşallah Karadeniz’in bu güzel siluetine zarar verecek boyutlara gelmez.

Semaverde Çay

Rize’de çoklukla olsa da bölge genel olarak aynı zamanda çay tarımı yapılan önemli bir alan. Bu seyahatte en çok hoşumuza giden hususlardan biri de alışık olsak da çoğu kere çayı semaverde yapılmış olarak bulmamız oldu.

Sabah kahvaltısını evin önünde toprağa temas edebildiğimiz bir zeminde, mahalli mahsulat ve semaver çayı eşliğinde yaptık. Her yeri betonla kaplı İstanbul’dan gelmiş olmak, toprakla buluşmanın zevkini/feyzini olabildiğince fark etmemize ve yaşamamıza vesile oldu.

Sümela Manastırı

Kalabalık olmanın etkisiyle hemen her yerde aynı problem vardı, trafik, yoğunluk, insan çokluğu; bu da zaman, stres, yorgunluğu beraberinde getiriyordu. Bir seçim yaptık ve manastıra gitmeye karar verdik. Restorasyonu yeni bitmiş ve başladığından bu tarafa ilk açılıyormuş.

Belirli bir yere kadar araçla gidiyorsunuz. Sonrasında minibüslerle yukarı taşıyorlar, ücreti mukabili. Eğer yaylaya gidiyorum derseniz izin veriyorlar. O şekilde çıkanların bir kısmı arabalarını belirli bir yere bırakıp yürüyorlar, bu da bilgi olsun…

Her neyse, arabayı son park yerinden de aşağı bıraktık ve yürüdük. Minibüs bekledik. Ring biraz yavaş. Binebildik ve yukarı çıktık. İlk önce bir kilise var, oraya ve oradan da tam karşıdaki manastıra bakmak için gayet uygun. Her insan kadar telefon ve “şık” diye gelen sesler var. Ölümlü herkes ânı ölümsüzleştirme derdine düşmüş gibi.

Her şeyden önce o yükseklik ve o ağaçların ortamı çarptı beni. Saatlerce sadece otursam burada, konuşmadan… 

Sebepler çok belki ama eski insanlar dağlar ve dağ yamaçlarını kullanmayı tercih etmişler. Verimli ovalara zarar vermemişler. İbadet için huzurlu önemli bir alan. İnsan böyle bir yerde bir hafta kampa girmek istiyor gerçekten.

Eskiye dudak bükerek bakan insanları hatırlıyor insan buralara baktıkça; bak şimdiki imkanlarla zorlandığın şeyi adamlar o zaman yapmış diyesi geliyor. 

Yenilenmiş haliyle girişler de güncellenmiş, 75 TL ödemeniz gerekiyor, tabii iyi bir sıra bekleyerek. İsterseniz müze kartı seçeneği var, 60 TL. bunu alırsanız başka yerlerde de ücretsiz kullanabilirsiniz. Yine de siz bilirsiniz.

Daha sakin bir zamanda gelmek lazım en önemli cümle oldu. Gezdik, gördük ama tam yaşayamadık diyebilirim. İlk fırsatta hatta kimse olmadan vakit geçirmek mümkün olsun diyelim.

Sümela Manastırı

Bayburt’a doğru…

Burada iki gün kaldık. Ailenin büyükleri ile görüşüp muhabbet ettik. Karadeniz insanı neşeli, şakacı, her konuşma fıtri latifelerle yüklü.

Hazırlıklar tamamlandı ve yola çıktık. Araklı üzerinden, derelerin kenarlarından geçtik ve işte o yer, Pazarcık Tilki Beli’ne geldik. Hava hafiften puslu, zaman zaman yağmur çiseliyor. Hafiften serin. Olacak ya, bir de düğün var. Karadeniz türküleri eşliğinde horon tepen insanlar. Bir ara bir amca sakin sakin arabasına geldi. Bir şey aldı. Düğün olan yere doğru beş on adım attı ve elindekini -ki o silahmış- çıkarıp bam bam bam sıktı geçti…

Oyyy, millet ilk adımı bekliyormuş, biraz ilerden aynı ses (gerçi tam da aynı değil silah farkı oluyor tabii). Yine gözüme ilişti ki bir teyze aynı soğuk kanlılıkla çıkardı silahını, verdi havayı velveleye…

Her türlü değişik bir hava vardı ve biz gerçekten “eğlendik”. Değişik bir atmosfer yaşadık. Çadır yanımızda olsaydı da bu gece burada kalsaydık da dedik. Ama yolcu yolunda gerek…

Tilki Beli

Bayburt

İlk defa gidiyorsanız bir yoldan, yolun şartları çok kötü değilse, yormuyor yol sizi; en azından beni. Ufaklığa oyalansın diye hemen göze çarpan ağaçlardan kavak ağacını göstermiş annesi ve ismini de söylemiş. Yol boyu “A bak, burada da kavak var” sesleriyle uzadı gitti yollar. Seyahat boyu “Geldik Sayılır” kitabı vardı elimde. Benim de dilime pelesenk oldu, geldik sayılır… böyle diye diye uzadı yollar.

Gümüşhane üzerinden de yol vardı Bayburt’a. Fakat dağ yolu her zaman tercihimdir. İyi ki de buradan gelmişiz. Ve evet, işte şu gördüğümüz yer Bayburt. Türkiye’nin nüfus olarak en küçük ilindeydik. 

Bayburt

Coğrafya bilgisi olarak karşılaştığınız verilerin tecessüm etmiş karşılıklarıyla muhatap olmak da gerçekten güzel. Mesela bana “Nerelisiniz?” diye sorduklarında, “Dört bölgenin kesiştiği ilden” demek hep güzel gelmiştir; bilgi yarışmasından aklımda kaldığı şekliyle…

Erzurum

Kale’den Erzurum

Akşam erken yatıp sabah vakitlice kalkmak lazım. Plana göre yarın Erzurum’a gidip geri döneceğiz Bayburt’a. Öyle de yaptık. Sabah kalkıp yol azığı hazırlayıp yola revan olduk. Yine ilk gidilen yollar. Hayretler. “Maşallah! Barekallah!” dedirten manzaralar… Kop dağında kahvaltımızı yaptık. İçimi güzel sularından içtik ve yine yol. Yol dediğime bakmayın, seyahatin en güzel tarafıdır yolda olmak, bana göre… araba kullanmak, hareket halinde olmak ve sessizlik içinde sadece görerek ilerlemek…

Kop Dağı Geçidi

Emre kardeşimi arayıp şehirle ilgili ipuçları alarak gördük/gezdik Erzurum’u. Önce Abdurrahman Gazi Türbesine vardık. Yukarıda zikrettiğim insanlar için en önemli kullanım alanlarından biri olan tuvaletler maalesef çok kötüydü. Bir anne çocuğunu ikna edemedi, girmesi için; “Çok kötü kokuyor” diyerek uzaklaştı çocuk… Hakkı da var….

Sonradan hatırlatıldık, burada bir yerde arabayı boşa alınca sizi yukarı çekiyormuş. Farklı sbebpler söyleyenler var, biz Abdurrahman Gazi Hazretlerinin maneviyatına ve kendisine çekmesine bağladık, Allahu a’lem bissavab…

Akabinde Aziziye Tabyaları, Ulu Camii, Çifte Minareli Medrese, tarihi Erzurum Evleri ve Kaleyi ziyaret ettik. Her yerin uluları vardır kendine mahsus (kişi, cami, ağaç…) Erzurum Ulu Camii’nin ahşap kubbesi altındaki loş fakat huzur dolu ortamı gerçekten harikaydı. 

Ulu Camii / Erzurum

Nene Hatun’u es geçmeyelim. Tabyalarda mezarı var. Kahraman deyince akla gelen ilk isimlerden olduğu da vakıa. Annelerimiz tarihin şanlı sayfalarına isimlerini yazdırarak huzur-u İlahiye gittiler. Geleceğimiz de annelerin ellerinde yükselecek. Ailesine vatanına sahip çıkar gibi sahip çıkarak yükseltecekler yine şanımızı. Her aile bir vatan. Her anne birer Nene Hatun.

Bayramdır, Emre kardeşimize uğradık, bayramlaştık. Sohbet ettik, inikas ve insibağ hakikatinin yamaçlarına uzandık. Yolcu yolda gerek deyip müsaade istedik. Halleştik, helalleştik, Bayburt’a geri dönmek üzere yola koyulduk.

Yine Semaver…

Yine dediğime bakmayın, sevindiğimden diyorum, bıkmak karşılığı değil… Neyse sabah şehre hâkim bir yerde kahvaltımızı yaptık. Mahalli mahsuller, has ürünler vs. Bazı kurum müdürleri ve mesulleriyle sohbetlerimiz oldu.

Bayburt Kalesi

Akşamında kaleye karşı çay bahçesinde evet semaverde çay vardı. Kale restore edilmiş (mücedded). Işıklandırma güzel. Bir şehre çehresine muttali olan bir nazarla bakmak ayrı güzel, manzar-ı a’la ıstılahını bilenlere daha geniş kapı açar belki. Ya da bildiğine genişlik verir. 

Tomara Şelalesi

Dönüş yolculuğu başlıyor. Önümüzde Amasya var. Orada kalacağız. Yola revan olduk. Giderken Tomara Şelalesi levhası gördük. İnternetten baktık, 22 km. Erzurum Tortum Şelalelerine gidememek üzmüştü bizi, lakin önümüzde de bir şelale vardı. Eyvallah dedik, kırdık direksiyonu sola.

Yolu güzel. Bir yerden sonra dere eşlik ediyor size. Ne güzel de akıyor, kumunu sere sere… derken bir girişe geldik. Arabayı park ettik ve şelale yolculuğu başladı bu kez. Etraf acayip kalabalık. Piknik için gelen pek çok insan var. Piknik için oluşturulmuş özel alanlar da var tabii.

Ve işte şelale.

Büyük değil ama güzel. Suyla bütünleşmeye çalışan ve ânı ölümsüzleştirmek için büyük çaba sarf eden niceler var etrafta. Tamam gördük, biraz vakit geçirdik, şimdi gitme zamanı. Gitmek (yolda olmak) güzel, gelmek her zaman iyi olmuyor. Özellikle hemen gidecek şekilde gelmiş olmak. Kalsak biraz. Zamanın dışına çıksak. Zamansız muhatap olsak. Sadece ânda kalsak. Bast-ı zaman olsa, sana bir saniye bana uzasa uzasa ve fark etsem bütün detayları, bütün incelikleri.

Şehzadeler Şehri Amasya

İkaz edildik, ziyaret ettiğimiz Milli Eğitim Müdürümüz Ömer Bey tarafından, haklı olarak. Hocam dedi, burası şehzadeler şehri olarak biliniyor fakat kral mezarlarından Selçuklu, oradan Osmanlıya uzanan geniş bir tarih var burada. Evet, doğru; yaşadık ve gördük.

Kale’den Amasya
Amasya

Yine bir akşam vakti vasıl olduk Amasya’ya, güzel bir yolculuğun ardından. İndik de indik, demek epey çıkmışız. Hemen öncesinde rahmetli Asım Gültekin’i ziyaret ettik kabrinde. Taşova’ya uğradık. Allah rahmet eylesin.

Sabah kahvaltı akabinde ilk durağımız kale oldu. Ben daha önce de gelmiştim, fakat kaleye çıkmamıştım. Tırman ha tırman. O kudretli zatlar ne diye asansör yaptırmamışlar buralara dedik, gülüştük. Kaleden, yüksekten, manzardan bir şehri daha gördük, bütün güzelliğiyle.

Göynük’e uğramıştık ya Akşemseddin Hazretlerine, burada da babasına uğramak nasip oldu: Şeyh Şerafettin Hamza (Kurtboğan). Hemen yanında Atik Ali Paşa türbesi var ki, Kurtboğan Camii içinde. İlk defa karşılaştım, caminin tam ortası aynı zamanda türbe.

Atik Ali Paşa (Kurtboğan Camii)

Kral mezarlarına çıkmayı gözümüz kesmedi. Ama hat müzesine uğradık. Apayrı bir alem. Kalem benim kale’m sözünde gezindik adeta. 

Şeyh Hamdullah Yazı Tarihi Ve Hüsn-i Hat Müzesi

Akşam güzel bir bağ evi tadında bahçe içi ahşap bir yapı ve iyi çalışılmış bir bahçede semaver çayı içtik. Buralar semaver memleketi. Başka bir seyahatte Amasya’dan Niğde’ye geçmiştik. Aradık sorduk ki semaverde bir çay içelim. Yok. Biri bize dedi ki “Siz Amasya’dan mı geliyorsunuz?” Güldük. Gelmese miydik? Niğde ayrı değerlendirilmesi gereken bir memleket belki başka bir yazıda.

Ertesi gün yola revan olduk yine, ne demiştik, yolcu yolunda gerek…

Bu Kadar Semaver Dersen…

Yola düştük düşmesine, gele gele bir semavercinin önünde durduk. Çorum sınırına girmişsin, neyin önünde duracaktın ki. Ya semaver ya da leblebi yahut ikisi birden ki bu kuvvetle muhtemel.

Osmancık’tayız. Pirinç, leblebi ve tabii ki semaver aldık. Semavere alışığız. Eskimişti, bizim gibi o da yenilensin dedik, bu seyahat vesilesiyle. Fiyatlarda pazarlık yapmayı ihmal etmeyiniz. Hatırlatmakta fayda var. 

Bolu / Gölcük

Gölcük / Bolu

Yol boyu alınan şeylerden birisi de uğranan yerlerden aldığımız magnetler oldu. Buzdolabının kapağına her yöneldiğinizde bi gezip geliyorsunuz Türkiye’yi…

Nerede kalmıştık, evet yolda. Son bir gayretle rotayı Gölcük’e çevirdik. Nilüferleri yakalama imkânı bulduk. “Ah ben kaç defa gittim de hiç denk gelemedim” sözleri iyi bir şeyle muhatap olmuşuz hissimizi biraz daha artırdı. 

Derken akşamüzeri ulaştığımız Kandıra’yla birlikte Karadenizli Bayram yolculuğumuz nihayete ermiş oldu. E, memleketin bir ayağı da Kandıra.

Teşekkür

Yol boyu bizi misafir eden, yolda bir şekilde muhatap olduğumuz herkese teşekkür ediyoruz. İstifadeli, feyizli, güzel bir zaman geçirdik. Allah tekrarını nasip etsin. Orada ya da burada buluşup görüşmeyi ihsan eylesin.

Yol güzel. Yolculuk güzel. Yolda olmak güzel. Yol arkadaşları güzel…

Ne demişler: tarikten önce refik.

Allah hayat boyu hayırlı refikler versin, hayırla, hayırlı insanlarla karşılaştırsın.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s