DOSTLUK KAZANDI

Eskiden arkadaşlar arasında yapılan sportif faaliyetlerden, sonraları özellikle halı saha maçlarının ardından söylenen bir sözmüş, dostluk kazansın. Ben de başlıkta böyle bir cümle kullandım; zira otuz yıl aradan sonra bir halı saha maçında buldum kendimi.

Tamamen masum duygularla yani ter atmak, hareket kazanmak, hamlığı gidermek gibi pek çok motive edici cümle vardı psikolojik hazırlık aşamasında. Böyle işlerde bir heves gelir, neredeyse her şey hazır olur, insan son anda vaz geçmeye meyillidir. O son kerteyi de atlatırsa, içine düştüğün her hayırlı işin akışı ve hareketten gelen lezzetle “iyi ki gelmişim, yapmışım” dediğiniz bir tabloya evrilir.

Öyle de oldu sayılır. Öncelikle aynı binada çalıştığımız halde yoğunluktan birbirimizi göremediğimiz arkadaşları bu vesileyle görmüş olduk. Bazılarıyla başka bir akşam mütalaa çalışmalarında bir araya gelsek de buradaki ortam, düzen ve etkileşim benzer, fakat farklı formattaydı. Derslerden öğrendiğimiz birlik olma, aynı hedefe hareket etme, birbirini fark edip neticeyi hasıl edecek yardımlaşmayı gerçekleştirme gibi hususları yaşadık. Kendi gayretimizi, bir diğerimizin maharetine eşlik edecek, sonucu belirleyecek şekilde -yeri geldikçe- onu tercih edecek şekilde davrandık. Davranmak zorunda kaldık. Yoksa skorboarddaki rakamlar hepimiz adına kaydediliyordu.

Buna rağmen zaman zaman kendi başımıza kaldığımız, sonucu belirleyici olmak istediğimiz, etrafımıza baktığımızda aynı tarafta olduğumuz arkadaşları göremediğimiz durumlar da oldu. Bu vesileyle “zaman cemaat zamanı” olduğu bilgisini daha net anladık. İki kişi bile olsa omuz omuza olmanın manevi kuvvet ve kıymeti netti. Lakin öyle zaman oldu ki o bir kişiyi bile bulamayıp peşinde koşuştuğumuz topu karşı tarafa kaptırdık. Sonucun aleyhimize olduğu durumlara sebep olduk.

Önemli bir çıktı da hazır bulunuşluk zafiyetiydi. Vaktin çoğunu -fiziki olarak- koltuk bekleme ve ekrana bakma faaliyetiyle geçiren insan olarak karşılaştığımız ortama uygun olmadığımı, en azından evvelinde lüzum eden donanıma sahip olmam gerektiğini anlamış oldum. Ortama uygun kılık kıyafetten tutun, kondisyon dedikleri alt yapının olmamasıyla en kritik zamanlarda depara kalkamamak, hızlı çıkış yapsan da yarı yolda kalmak gibi sonuçlar verdi. Üzerimizde mesuliyet olarak daha büyük bir koşuşturmaca (mesela maddi cihad) olsa nasıl vaziyet alırız bilemedim açıkçası. Bu işleri iyi olanlara bırakıp “bari kaleye geçelim” dedik.

Kale daha sakin nispeten. Böyle düşünüyor insan ama hiç de öyle değilmiş. Gol atmak kadar, kurtarmak da önemli. Öyle an geliyor ki bütün umutlar sana bağlı. Bazen günün kahramanı kaleciler oluveriyor. Burası da önemli bir donanım gerektiriyor. Bazen panter gibi çevik, bazen dövüş horozu kadar sakin olabilmek, nerede durduğunun farkında olmak, takıma/cemaate/topluluğa ve onun şahs-ı manevisinin bütün birikimlerine sahip olarak hareket etmek lüzum ediyor. Küçük bir falso bütün şahs-ı maneviyi en derinden etkileyebiliyor. Kaleci, takvanın en son kurtarıcı neferi olarak kaleyi bekliyor…

Orta sahada olmak ise, oyun kurmak, hareketi sağlamak ve organize etmek gibi çok daha önemli vazifeleri içine alıyormuş. Acaba burası daha mı iyi olur deyip bir ara oraya kaydım. Voleybolda ortada olmayı hep sevmişimdir, fakat futbolda farklıymış. Hem geriye hem ileriye hâkim olacaksın. Takım arkadaşlarını iyi tanıyacaksın. Fırsatları göreceksin. Karşı takım hakkında da bilgi sahibi olacaksın. Ki stratejiyi kurup, takımı yönlendirip sonuç almaya adım atılabilsin. 

Geri planı kimse sevmez pek. Hele şu günümüzde hep ileride olmak hayaliyle yaşıyoruz. Halbuki defans en önemli ve kritik yerlerden birisi. Duruşun adı. Savunma hattı. Hazırlık devresinin yeri. İşin mutfağı. Futbolda da hayatta da geri planda duranlar, isimsiz kahramanlardır. Defans çökerse, her şey çöker. Defansı kuvvetli tutmak lazım. Mutfağa talip olmak, sahip çıkmak elzem. 

Her gün halı sahaları dolduran gençlere bu bilgi, bu şekilde verilebilse ve onlar tarafından hayat ve toplum için de anlaşılabilse keşke…

Bir saat koşuşturduk, terledik, spor yaptık gibi oldu… Alışılmışın dışına çıkmak ertesi gün için gayet yıpratıcı olsa da mütalaa ettiğimiz yerleri, aynı arkadaşlarla bir de bu alanda görüp tefekkür etmek fena olmadı.

Nihayetinde dostluk kazandı.

Arkadaşlıklar pekişti.

Farklı bir formatta birbirimizi görme imkânı oldu. 

Bizden sonra sahaya giren gençlerin her ağızlarını açtıklarında kullandıkları sin kaf’lı cümleleri duyunca, böyle nezih insanlarla futbol gibi bir ortamda bile nezaketin nasıl korunabildiğini, sporun hakikaten dostluğa, maddi-manevi sağlığa bakan yönlerinin olabileceğini test etmiş de olduk…

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s