Korkulan başa gelmiş gibi gözüküyor; gerçeklik sanallığa evriliyor. Zira TDK’nin anketine katılanların kahir ekserisi, değerlendirmeye açılan kelimelerden “dijital vicdan” kelimesine oy vermiş. Peki, bu kelime ne manaya geliyor? Kelime, kişilerin yaşanan olaylara karşı gerçek bir hareket ve sorumluluk almak yerine, tepkilerini çoğu zaman yalnızca bir “tıklama”, paylaşım ya da beğeniyle sınırlamasını ifade ediyor.
Maalesef her gün biraz daha sanallaşıyoruz. Dünyalarımız artan yoğunlukta ve hızda dijital ortama taşınıyor. Online ders varsa katılıyoruz, fuarlara gitmiyor, sanal marketleri tercih ediyoruz. Gazze gibi dünyanın vicdanını söküp alacak boyutta bir mesele de bile eylemlere post atarak tepki verirken, velev ki eyleme katılmış olsak da oradan story paylaşmak orada bulunma şuurunun önüne geçebiliyor.
Evet, geçebiliyor, zira gündem edilmiş bir meseleye dair paylaşım yapmazsınız bu da ayrıca bir değerlendirme konusu oluyor, linç yiyebiliyorsunuz. Yani sizin gerçekliğinizden daha çok profiliniz önemseniyor ve oradaki hareketliliğiniz ya da sessizliğiniz kriter alınıyor.
Dünya artık böyle diyebiliriz. Artık olmazsa olmaz da denilebilir. Fakat diğer taraftan da en büyük savaşı telefon ve tabletlere karşı verme gayreti içine giriyoruz. Ne elimizden bu aletleri düşürüyoruz ne de çoluk çocuğumuzun bu durumundan şikâyetten vaz geçiyoruz. Yani kafalarımız epey karışık. Daha doğrusu heva ve hevesimiz aklımızın mizanlarını dinlemiyor, düştüğümüz ağdan kurtulamıyoruz…
Bu kadar dijitalleşince ve dijital dünyada görünmemenin hem şahsi olarak yokmuşsun hissiyatı vermesi hem de etraf tarafından yadırganma korkusuyla vicdanlarımız da dijitalleşti. Vatandaş, umredeymiş gibi, televizyon veya bilgisayar ekranından Kâbe görüntüsünü hayırlı cumalar notuyla servis ediyor. Gidemesem de kalbim orada demek istiyor herhalde. Cuma namazına gelmiyor ama hayırlı cumalar mesajı paylaşıyor. Ne bir eyleme katılıyor ne de bir kuruş yardım ediyor, fakat sosyal medyadan en büyük mücahid havasıyla paylaşımlar yapıyor/uz. Dijital vicdan kelimesinin manasına birebir uygun hareket ediyoruz.
En azından ankete katılanların çoğu böyle düşünüyor…
Hasılı böyle bir durumumuz var, anlaşılıyor. Bunun varlığına da -oy vermemiş olsa da- az çok herkes katılır zannederim.
E?
E’si şu: Dijital bir dünya var, göz ardı edemeyiz. Fakat göz ardı edemeyeceğimiz bir şey daha var; o da gerçeklik. Gerçekliğimiz. Ve tabii ki gerçek sorumluluklarımız.
Facebook geliştiricilerinden birisi, facebook için, biz bunu insanlar bir şekilde uzaklaştıkları -özellikle- yakınlarını bulsunlar diye yaptık fakat ipin ucu kaçtı, bambaşka tarafa döndü, diyordu. Her gün daha da cazip hale gelen bu araçları, gerçekten araç olarak kullanmazsak, kendi gerçekliğimizi kaybedip bütün mesuliyetlerle ömür tüketip gidenlerden olacağız. Biz sanallaştıkça mesuliyetlerimiz ve buna mukabil karşılıkları da sanallaşmıyor, dağ gibi yığılıp bizi bekliyor olacak…
Sesimizi duyurmak için, herkesin bir şekilde olduğu bu kalabalıklığı tamam kullanalım, tabii algoritmaların izin verdiği ölçüde. Lakin fert, vatandaş, kul olarak hakiki sorumluluklarımızın kendi gerçekliğimizde ve dar alanda olduğunu, bunu beğeni butonuyla karşılayamayacağımızı ve niyet ve amelimiz olmazsa bir karşılığının olmayacağını bilelim. Her bir ânı altın kıymetinde olan zamanımızın farkında olalım ve içinde bulunduğumuz üç ayların maneviyatından gerçekten istifade edebilelim.
Vicdanımızı karesel ve küresel güçlerin eline teslim etmeyelim…
