Gerek Osmanlı Türkçesi dersleri gerekse diğer okumalarımda karşılaştığım kelimeler beni kendi derinliğine çekmeye ve mana arayışına yönlendirmeye devam ediyor. Bugün de serbest kelimesinin penceresinden baktım ve bakın neler gördüm…
Serbest kelimesi, zannedildiği gibi başıboşluk değil, bilinçli bir tercihtir. Bir evliyanın iradesiyle yükseldiği gibi, bir eşkıyanın nizama başkaldırarak düşüşü de aynı özgürlük iddiasına dayanır. Ancak biri kurallı bir düzenin içindeki yükseliş, diğeri kendi iradesiyle düzenden kopuştan kaynaklı bir savruluştur.
Lügatlerin dediğine göre, serbest kelimesinin kökleri, Farsçada “başı bağlı” anlamına gelse de, zamanla Türkçede özgürlüğün, engelsizliğin, şarta bağlı olmamanın karşılığı gibi görülmüştür. Ancak atalarımız bu kelimeyi bu manada bile isteye kullanarak, serbestiyetin sadece başıboş bir özgürlük değil, bir düzen ve irade çerçevesinde şekillenen bir hâl olduğunu ifade etmiş olsalar gerektir. Zira “serbest” kavramı, kişinin kendini geliştirmesi, irfanla yükselmesi ve toplum nizamına riayet etmesi gerektiğini anlatan bir mana içermektedir. Bu yüzden serbestlik, düzensizlikle karıştırılmamalıdır.
Etrafımıza sakin bir kafayla baksak hemen hepimiz şu cümleleri kurarız: Hakiki serbestlik, sınırlarını bilen ve bu sınırlar içinde hürriyeti yaşayan insanın hâlidir. Başıboşluk değildir, düzensizlik hiç değildir.
Mesela bir evliya, serbestiyet yani cüzi iradesini külli iradeye bağlayarak ve ona göre hareket ederek yolunu ve kemalini bulurken, eşkıya külli iradeyi tanımaz ve savrulur. Aynen bunun gibi bir tohum da elden serbest kalsa da lihikmetin toprağın hükmüyle/şartlarıyla ağaç olabilir. Kuş kafesten hür kalsa da rüzgâra yaslanarak yükselebilir.
Evet başıboş anlamına gelen serseri, düzenle bağını koparan bir kayboluşu ifade eder. Bir yaprak gibi rüzgârın insafına kalır, nereye savrulacağı bilinmez. Oysa Türkçemizde serbest kelimesiyle karşılanan özgür kişi, bir çınar gibi köklerinden beslenir, yükselir, dallarını göğe açar ama fırtınaya yenilmez.
Acayip, değil mi?
Düzenin olmadığı yerde serbestlik değil, anarşi vardır. Nehirler bile yatağında aktığında bereket getirir. Yatağından taşan su, verimli toprakları sele çevirir, yıkıma sebep olur. İşte bu yüzden serbest ile serseriyi birbirine karıştırmamak gerekir.
Serbestiyet yalnızca bir fizikî hürriyet meselesi de değildir; düşünce, kültür, anane ve din gibi değerlerin içinde kökleşmiş, insanın ruhuna kazınmış bir iradedir. Zira Allah Teâlâ, “İnsan için ancak çalıştığı vardır.” (Necm, 39) buyurarak, kişinin serbest iradesiyle neyi tercih ederse onun karşılığını bulacağını bildirmiştir. Özgürlük, bir kaosa sürüklenme hakkı değil, insanın kendini ve çevresini terbiye edebileceği bir şuur alanıdır.
Nitekim Peygamber Efendimiz (sav), “Mümin, elinden ve dilinden insanların emin olduğu kimsedir.” buyurarak, serbestliğin sınırlarının başkalarının haklarına tecavüz etmeden şekilleneceğini vurgulamıştır. Serbest olan kişi, kimseye zarar vermeden, iradesini hakkaniyetle kullanandır. Serseri ise serbestiyeti, gafletle, kendisini sınırlandıran hakikatlerden kaçış olarak görür ve heva ve hevesine kapılarak alçalır.
Bir toplumun serbestiyeti fertlerin ahlak ve irfan seviyesine bağlıdır. Din, kültür ve anane, özgürlüğü şekillendirir ve yönlendirir. Değerlerinden kopmuş bir serbestiyet, hakikatte serserilikten öteye geçmez. Gerçek özgürlük, kişinin kendi sınırlarını bilmesi ve kendini disiplin altına almasıdır. Bir toplum, değerlerine ve kültürüne sahip çıktığı sürece yükselir; yoksa serbestliği serserilik olarak anlamak, bir medeniyetin çöküşü olur.
Kadim kültürün ikliminde yetişen ceddimizin karşısında bir kez daha hürmetle eğiliyorum. Bir kelime bile dü cihanın saadetine anahtar olabilme kudretiyle mefkuremizde şekillenmiş ve kullanılagelmiş. Rabbim farkındalığımızı artırsın…
