ENAYİ MİYİZ? 

Geçenlerde radarıma takıldı “enayi” kelimesi. Sözlükteki anlamı ile kullanım noktasındaki mana farkıydı asıl dikkatimi çeken. Zira bugün bu kelime; aşağılama barındıran bir şekilde ve bir kişinin kolay kandırıldığını, saf olduğunu veya akılsızca davrandığını ifade eden bir terim olarak dolaşımda. Lügatlerde, bir kişinin düşünmeden hareket etmesi, başkalarının etkisi altında kalması, aldatılmaya müsait olması veya hak ettiğinden daha fazla fedakârlık yapması durumlarında kullanılır, diye ifadeler de var.

Enayi Kelimesinin Kökeni ve Anlamı

Kelimeyi biraz kurcaladığınızda Arapça kökenli olduğunu ve “ene” yani ben kelimesinden türetildiğini görüyorsunuz. Sonuna nispet ye’si almakla da enayi olmuş. Daha eski lügatlere baktığımızda “kendini bir şey zanneden cahil, bayağı aşağı” manalarıyla karşılaşıyorsunuz. Enayilik için de “benlik ve gurur ile karışık cehalet, bayağılık, aşağılık” anlamları var…

Yani enayiliğin manası, her şeyi kendi enesi/egosu üzerine bina etmeye, onunla ilişkilendirmeye çıkıyor. Yani -deyim yerindeyse- egoistlere “enayi” deniliyor.

Bu arada, bu kelime Arapçada kullanılmıyormuş. Bizim lügatlerde var; var da nasıl oldu da bugün bu şekle geldi?

Enayilik ve Günümüzdeki Algılar

Tekrar günümüze dönelim. Bugün birine enayi demek, o kişinin kolayca kandırılabildiğini, başkalarının çıkarları için kullanıldığını fark etmediğini, zarar göreceğini bile bile bir duruma razı olduğunu, iyilik yaparken sürekli suistimal edildiğini veya kendi çıkarlarını savunmadığını düşündüğünüzde kullanılıyor.

Hatta bazen empati, iyi niyet veya yardımseverlik de enayilik olarak görülebiliyor. Elbette dürüst, yardımsever ve saf kalpli olmak bir zayıflık veya enayilik değildir. Kaldı ki lügat manasındaki enayiler böyle bir şeyi asla yapmazlar. Hani bir hikâye anlatılır. Adam denize düşmüş, çırpınıp duruyor. Kenardaki bir adam bağırır, “Ver elini!” Adam ilgisiz davranır. Denize düşen kişiyi tanıyan kenardaki başka bir adam gülerek der ki “Ona ver elini demeyeceksin, al elimi diyeceksin!”

Bencil Zihniyetin Yansıması

Bir gün memlekette, pazarda dolaşırken, bir adamın başka bir adama “Hey falan kişi, hayırdır, bizi tanımıyorsun” sesini işittim ve o tarafa döndüm. Kendisine soru sorulan adamın verdiği cevapla da olduğum yere çakılıp kaldım. Adam bütün benliğiyle şöyle bağırdı: “Ben kendimden ve paradan başka bir şey tanımam!”

Şimdi tekrar yukarıya dönelim. Ene, ben demektir. Enayi, her şeyi kendine veren, kendinden bilen adama denir. Mesela Firavun. En enayi adamlardan biridir. Çünkü her şeyi kendine vere vere o noktaya gelmiş ki “Ben sizin rabbiniz değil miyim?” diyebilmiştir. Tıpkı şeytanın “Ben ateşten yaratıldım, Âdem topraktan. Ben ondan üstünüm” dediği gibi…

Firavun ve Benlik

Firavun, döneminde zenginliğin ve idarenin zirvesine yani piramidin en üstüne çıkmış, fakat lügatin verdiği, benlik ve gurur ile karışık cehaletten, dolayısıyla bayağılık, aşağılıktan kurtulamamıştır. Zira, kendisini zannettiği şeyle olduğu şey arasında yerle gök kadar hatta daha fazlası uçurum vardır. Çünkü Firavun mahluktur. Rab olmanın yanında bile geçemez. Rab kelimesine en yakın olduğu yer, olsa olsa terbiye edilmemiş olduğudur.

Geçmişten Günümüze “Enayi”

Peki, mesela 1680 tarihli Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde “benci, kendini beğenmiş” diye geçerken bugün iyi denilebilecek hallere muttasıf bazı insanlara neden böyle deniliyor?

En iyisini Allah bilir. Fakat enayi kelimesi kök aldığı benlik kelimesinden bahisle her şeyi kendisine veren, benci, kendini beğenmiş demektir. Bu, zamanla sürekli kendinden verenler için de kullanılır hale gelmiş olabilir. Zira bugün enayi kelimesi; aldatılan, suistimal edilen, başkalarını önceleyip kendinden veren insanlar için kullanılmaktadır.

Modern Çağ ve Benlik Meselesi

Şöyle acayip bir durum daha var ki o da şudur: Bediüzzaman Hazretleri “Ene ve Zerre” ismiyle müstakil bir eser neşretmiş olmakla birlikte bu ene meselesini külliyatın pek çok yerinde derinlemesine tahlil eder. Bu asrı da “ene asrı” olarak tanımlar. Ene’nin kuvvet kazanmasının sebebini de terbiye-i İslamiyenin noksanlığına ve ubudiyetin zaafa uğramasına bağlar. Dolayısıyla Firavun ve Nemrut misal hayatların ortaya çıktığından bahseder.

Bize Düşen 

Anladım ki bize düşen, bugün yanlış gibi lanse edilen iyi halleri enayilik gibi algılamamak, her şeyi kendimden bilerek Firavun vari hale düşmemek gerekir ki selametli bir hayat yaşayıp, hüsn-ü hatimeye ulaşalım.

Yorum bırakın