Hafta sonu kayınbiraderin velimesi için Bursa’daydık. Allah haklarında hayırlı eylesin, tarafeyni dünya-ahiret mutlu kılsın inşallah…
Vesileyle akrabalar ve dostlarla görüşme ve sohbet etme imkânı oldu. İyi de oldu. O sohbetlerinden birinde yaşı yerinde bir abimiz başından geçen bir hadiseyi aktardı.
Ulucami’den çıkmış, eve doğru gelirken kılık kıyafeti ahir zamanın fitnesiyle yaralı bir genç kız yanına yaklaşıp “Amca sana bir adres sorabilir miyim?” diye sormuş. O da “Tabii evladım, buyur” deyince, kız çocuğu “Merkez nerede?” demiş. O abimiz, “Kızım, merkez derken Heykel’i mi kastediyorsun” sualine “Evet” cevabını alınca tarif etmiş. Arkasından da şu cümleleri eklemeden edememiş.
“Evladım, sorduğun adrese bu tarifimle ulaşabilirsin ama ben sana bir adres daha vereyim. Yakinen biliyorum ki dünya fani, geldi geçiyor. Ardında ise ahiret var; cennet var, cehennem var. Buradaki her halimizden hesap sorulacak. Bütün amellerimiz teraziye konulacak. Cennet varken cehenneme gidecek halde olmamak lazım. Kul olduğumuzun farkında olarak, üzerimize düşen vazifeleri göz ardı etmemek lazım…”
Kız çocuğu “Teşekkür ederim amca” diyerek gösterilen adrese doğru birkaç adım attıktan sonra tekrar dönüp abimizin yanına gelmiş ve “Amca bana dua eder misiniz?” demiş. “O anda” dedi, “kızcağızın siması değişti, mahzun ve mazlum ama güzel bir hal aldı.”
“Elbette evladım, sizler bizim de çocuklarımızsınız, sana da bütün çocuklarımıza da dua ediyorum, ederim” demiş ve ayrılmışlar.
Bunları dinleyince, insanlara yardım etmek, en çok da ahiretleri konusunda yerinde ve zamanında yol gösterebilmek nasihat edebilmek ne güzel ve önemli diye düşündüm. Fakat çoğu kere bu konuda çekingen davranabildiğimi, acaba ile başlayan cümleler kurduğumu da hatırladım. Bu arada yıllar önce hacca giden birisinin aktardığı şu hadise düştü zihnime.
Almanya’da yaşayan bir vatandaşımız hacca gitmeye niyet eder ve kesinleşince, çalışma arkadaşlarıyla helalleşip bir arzu ve istekleri olup olmadığını sorar. Onlar da dua eder, dua talep ederler. O sırada fabrika sahibi Hans gelir. O da adetten deyip ona da sorar. Hans da “Muhammed’e selam söyle” der.
Neyse bizim vatandaş Medine’ye geldiğinde huzur-u Nebevide vaziyet alır, dua eder ve arkadaşlarının selam ve dualarını iletir. Bu sırada aklına Hans gelir. İçinden “Yahu bu gavurun adını huzur-u Nebevide anmak doğru olur mu” diye düşünürken, “Adam selam söyledi, üzerimde kalmasın, Resulullah kabul eder ya da etmez, onun bileceği şey” der ve onun da selamını iletir; “Ya Resulullah, bizim Hans’ın sana selamı var” der.
Bütün vazifelerini bitirip Almanya’ya döndüğünde arkadaşları, “Sana bir müjdemiz var. Bizim Hans Müslüman oldu” derler. Meğer selamı aktardığında Efendimiz (sav) rüyasına girip selamını almış. O da Müslüman olmuş.
Rabbimiz Maide suresi 99. ayette “Peygambere düşen ancak tebliğdir” buyurur. Biz bize düşen vazifeyi yaparsak gerisini takdir edecek olan Allah’tır. Bir Müslüman olarak sözlerimizle, davranışlarımızla, tavırlarımızla Müslüman olmalı, ona göre hareket edebilmeliyiz. Sosyal medya tufanıyla gittikçe bozulan sosyal hayatta rol-model olmak, İslam’ın gerektirdiği hassasiyetle toplumda var olmak zorundayız. Bu ailemizden başlayarak içinde bulunduğumuz her alana yayılmalı.
Yoksa dinsizliğin ve ahlaksızlığın ateşinde hepimiz yanacağız….
NOT: Özellikle dindar ihtiyarlarımız başta olarak bütün ümmet için dua etmeye ihtiyacımız var. Diyanet İşleri Başkanlığı diğer bütün işlerin yanında bir dua ordusu kursa yeridir. Biliyoruz ki gıyapta yapılan dualar makbuldür. Yine biliyoruz ki duamız olmasa bir kıymetimiz yok. Ve kavli, fiili dualarımız olmazsa biz de olmayız…
