ÇERÇİ VE OSMANLI TÜRKÇESİ

Perşembe günü İstanbul geneli bir projenin final yarışması programı vardı. Anadolu Lisesi öğrencilerini hedefleyen projede gençler, altı ay boyunca Osmanlı Türkçesi ve Osmanlı Türkçesi ile yarışmaya özel hazırlanmış kitaptan Temel Dini Bilgiler dersleri görmüşler. Nihayet final yarışmasına on okuldan on öğrenci kalmıştı.

Öğrenciler dört ortak soru, ikişer adet de riziko sorusuna muhatap oldular. Heyecanlı bir ortamda ekranlarına Osmanlıca olarak gelen İslami suallere cevaplar verdiler. Sıfırdan başlayıp böyle bir sonuç almaları hem takdire şayan hem de Osmanlı Türkçesi öğrenmenin zannedildiği gibi zor olmadığını da göstermişti…

Final programında gençlerin heyecanına ortak olanların arasında Kültür ve Turizm eski Bakanlarından Mahir Ünal da vardı. Açılışta bir konuşma da kendisine verildi. Eski Bakan konuşmasının bir yerinde bir hatırasından bahsetti. Çocukluğunda “gezici bakkal” diyebileceğimiz bir çerçi köylerine gelir ve kedisinden su ister. O da verir. Bu arada çerçi muhabbet etmeye başlar ve birkaç helkeye becayiş ettiği antika bronz heykeli gösterir.

Bakan, bu bronz antika heykelin kıymeti bilinememekten kaynaklı olarak birkaç renkli helkeye çerçiye verildiğini söyledikten sonra, sözü Osmanlı Türkçesine getirerek, kendi kıymetlerimizin farkında olmamız gerektiğini ve ışıltılı birkaç söze feda edilemeyeceğini, edilmemesi gerektiğini söylemiş oldu.

Zira çerçiler, sırtlarında heybe veyahut -Karaağaç Destanı’ndan hatırlarsınız belki Bedo karakterinde olduğu gibi- eşek üzerinde, bugünkü milyoncular gibi, aradığınız her şeyi temin edebilecek mahiyette gezici AVM’lerdi. Fonksiyonları sadece bundan ibaret olmayıp aynı zamanda çerçi kelimesinin kök aldığı “car” kelimesi manasıyla haber de taşırlardı. Gezici vasıflarından dolayı farklı yerlerin haberleri onların vasıtasıyla yayılırdı.

Bakan Bey çerçiden bahsedince, küçüklüğümde bizim oralarda eşeğiyle gezen Topal Ali geldi zihnime. Bahsi geçtiği üzere eşeğiyle gelirdi, biz de istediğimiz şeyi yumurta, buğday vb. şeyler vererek takas usulüyle alabilirdik.

Bazı çerçilerin hem istihbari bilgi elde etme hem de antika toplama gibi işler de yürütmüş olduğu mervidir. Günümüzde de hemen herkesin haber alabildiğini zannettiği sosyal dijital bir ağ var. Renkli ve çeşitli pek çok içerikle gündemimize giriyor ve bitmez bir akışla zihnimizi, gönlümüzü, aklımızı kendisine cezbediyor. Bakan’ın anlattığı renkli helkeler gibi cazibedar içerikleriyle bize ait olanları takas ediyor. Bizimle ilgili her bilgiyi topluyor…

Bugün pek çoğumuz İstiklal Marşımızdaki kelimeleri anlamayabiliyoruz. Arşivlerimizdeki belgeleri ancak uzmanlar okuyabiliyor. Yazma kitaplar gündemimize bile giremiyor. Beslendiğimiz kaynaklar değişince konuştuğumuz kelimeler, buna bağlı olarak da düşüncelerimiz değişiyor ve biz olmaktan bahsetmek mümkün olmuyor.

O gün orada icra edilen yarışma programı, bu düşünceler altında bambaşka bir mahiyet kazanmış oldu. Gençlerin geldikleri seviye ile elde ettikleri, sadece kazandıkları ödüller değil, kültürel devamlılığın sağlanması açısından nasıl kritik bir rol üstlendiklerinin ve ortaöğretim seviyesindeki bütün gençlerimizin aynı aksiyonu almaları gereğinin resmiydi.

Artık bilgi de cazibedar oyuncaklar da merkep hızıyla değil, ışık hızıyla yayıldığı bir dönemdeyiz. Dolaysıyla bizim de çağa ayak uydurmamız, kaybettiklerimizi ışık hızıyla geri kazanmamız gerekmektedir. Yoksa elimizde ne antika kalacak ne de bize dair bir şey…

Vesileyle projeyi yürüten Hayrat Vakfı, TÜGVA ve İstanbul MEM’e teşekkür eder, tebrik ederim. Güzellikler paylaşmakla çoğalır, yazıyla kalıcı olur. Böyle projelerin genişleyerek devam etmesi duasıyla…

Yorum bırakın