Bu ay dergilerin birinde bereket, diğerinde Osmanlı’da tarım konularını işlemeye çalıştık. Eski-yeni metinlerden yapılan okumalar teorik de olsa toprakla haşir neşir olmama vesile oldu.
Nevruzun gelmesiyle köylerde bir hareketlilik başlar bizim oralarda. İsmine hayır denilen buluşmalar tertip edilir. Kazan kazan pilavlar pişirilir, kütüğü köyde olup sair yerlerde yaşayanlar, başka köylerin sakinleri ve ilçeden dostlar davet edilir. Aynı tepsiye (tahta) kaşık sallarken bir taraftan da muhabbetler edilir, hatırlar yad edilir.
Mayıs’ın 19’unda bizim köyde de böyle bir faaliyet oldu, bizim katılamadığımız. Fakat bu vesileyle köydeki evi elden geçirelim deyince kardeşler, hep beraber “olur” dedik ve biz maddi destek, oradakiler emekleriyle işe girişti ve ortaya beklediğimizin üstünde bir iş çıktı.
Hayra gelen eş dostta böylelikle eve davet edilip bahçesinde çaylar içilmiş, güzel bir ortam oluşmuş. Amma bunun yanında betonlaşan İstanbul’da yaşayan bizler, gelen fotoğraflarla içimizde küllenmiş gibi duran bir köy havasına fena kapıldık. Bütün bayram planını bunun üzerine kurmaya başladık.
O tarihte kirazlar olur, onları toplarız. Olabildiğince köy/dağ evinde kalırız. Bu arada ev yerindeki bahçeyi düzenleriz. Çayırlar inişindeki evlekte cevizler ne oldu, onlara bakarız. Karapınar, Dede Pınarı yanındaki vişne bozumu tarlaya iliştirilen kirazlar da iyiymiş bu sene, onlara bakarız… Uzadı gitti…
Toprağ/ımız/a sahip çıkalım diye niyet ettik.
Bütün bunlar olurken, dar bir gurupta, “Hastamız tansiyon ve şeker hastalığından nasıl kurtuldu?” başlığıyla bir paylaşım geldi. İçeriğin toprakla olan ilişkisini görünce daha bir dikkatimi çekti. Hastalıklarla uğraştığı o dönemde “Toprak Kalbi İyileştirir” kitabını rafta gören Ali Karakurt isimli vatandaş, okumuş, sonra da müellifi Muhammed Keskin hocayla görüşüp kendini toprakta bulmuş. Böylelikle de şeker, karaciğer yağlanması, topuk dikeni, bel ağrısı gibi hastalıklardan kurtulmuş.
Öncelikle hemen kitabı sipariş ettim. Refik Halid’in 1918’de yazdığı “Buğdaya Methiye” yazısından sonra ruhuma nasıl gelecek merak ediyorum. En son yine bir Kurban Bayramı zamanı Karadeniz gezisine çıkmış ve seyahat boyunca “Geldik Sayılır” kitabını okumuş ve keyif almıştım. Bu da öyle olacak gibi…
Sadece bizim değil, babamızın da iştahı kabarmış, köyde kalmak arzusu uyanmış. Onun için kolay değil, belirli meselelerde bakım lazım; fakat toprağın kalbe, gönle, hastalıklara iyi geleceği de muhakkak. Bir formül bulunacak artık. Bu yaz bir şekilde köylü olacağız inş.
Toprağın aynasında görünen binbir renkle, onların ardındaki esma-yı İlahiye ile buluşmak, bereketi içinde yaşamak güzel olacak. Beton yığınları arasına sıkışıp katılaşan gönlümüzün toprağın yumuşak ve bereketli sinesinde şifa bulmasını umacağız. Arayacağız.
Evet, gözüm toprakta bu ara. Allah ömür verirse toprağa, toprağımıza gideceğiz. Ömür yetmezse zaten toprağın bağrına düşeceğiz. Her halükârda toprağa varacağız.
Toprak güzel şey…
