İstanbul trafiğinin -maalesef- artmasıyla kaybolmak üzere olan radyoların -şükür- yeniden 90’lı yıllara döndüğünden beri hareket halindeyken en yakın dostlarımızdan biri radyolar oldu; içinde bulunduğunuz günden ruh haline, gidilen yerden trafiğin durumuna göre farklı istasyonlara geçerek yol tükettiğiniz sizin de günleriniz oluyordur muhakkak, bilirsiniz…
Yine böyle bir seyahat esnasında kulağımdan giren “meşhur meçhul” kelimeleri beni geriye doğru savurdu. Okur-yazar değilim, yaşar-yazarım cümleleriyle bitişik “meşhur meçhul” rap sözlerindeki değil de Diyanet Radyo’da Yunus Emre anlatılırken söylenen kelimelerdi. Yunus Emre için “meşhur meçhul” diyordu. Seyr ü süluk edenlerin her makamda ayak izlerini gördüklerinden ana sütü gibi temiz Türkçe kelimelerimize kadar sirayet eden, ilahilerden özlü sözlere sözleri aktarılan ama bir o kadar da tanımadığımız bir Yunus’tan bahsediyordu.
Şiddet-i zuhurundan tesettür etmiş bir şahsiyet vardı anlatılanlarda. Bu millet onu o kadar sevmiş ki ya Yunus’a her yerde bir makam vermiş ya da her Yunus’ta Yunus’u görmüş bir türbe dikmiş. Yunus her gönülde görünmüş, zahir ve meşhur olmuş; fakat bir o kadar da hakkındaki bilgi eksikliğiyle meçhul…
Böyle diyordu…
Bir tarafıyla görünürlük çağında yaşadığımız geldi zihnime. Bir arkadaşımız youtube işlerine o kadar sarmış ki, takipteyseniz sanki aynı ortamda yaşıyorsunuz, neredeyse her şeyini sanalla yani diğer herkesle beraber yaşamaya başlamıştı.
Sürekli paylaşım yapmazsan, etkileşim almazsan yok olursun anlayışıyla hareket eden sosyal medya mahkumları olarak neredeyse hepimiz görünme ve bizden bir şeyler gösterme çabasında debelenip duruyoruz gözüküyor… Haklı sebepler illaki vardır, bir şey diyemem ama durum da bu…
Geçenlerde bir sohbetimiz oldu; fenafilihvan olmak lazım diyordu muhatabım. Ben değil biz görünmeliyiz diyordu. “Bir meziyetin varsa hafa türabında kalsın, ta neşvünema bulsun” cümlesini hatırlatıyordu.
Kemalini kemalsizlikte, kudretini aczde, gınasını fakrda bilmekten bahsediyordu okuduğum bir yazı. Görünmek değil de ayna olmaktan bahsediliyordu…
Geriye bakınca meşhur meçhul o kadar çok insan var ki hayatımızda… Çanakkale Şehitleri mesela. Hepimiz biliriz ama kimlerdir çok da bilmeyiz. Mesela, Anadolu’yu baştan başa kanlarıyla sulayan şüheda ve dahi toplumu ilmek ilmek işleyen gönül dostu mübarekler… bunlar gibi daha niceleri. Bunları şahs-ı manevi isimleriyle tanırız ancak, fert fert bilinenler sınırlıdır.
Ki onlar da künhe vakıf olmuşlarsa kendilerini göstermekten olabildiğince sakınmışlardır.
İyilik yap at denize, balık bilmezse Halık bilir demişlerdir…
Ya bizler?
En selametli yol yukarıdaki cümle olsa gerek dedi içimden bir ses: Bir meziyetin varsa hafa türabında kalsın, ta neşvünema bulsun.
Öyleyse ben kaçar!
