Çalışırken eski dergilerden birisinde ihanet kelimesinin aynı sayfada ve ardı ardına hem (ه) hem de (خ) ile yazıldığını gördüm. “Ne var bunda?” diyebilirsiniz. Fakat lügat karıştıran biriyseniz buna sizin de şaşırmış olduğunuzu zannederim. Çünkü kelimelerin Arapça aslında kullanılan ihanet (اهانت) bugün bizim anladığımız manadaki ihanet kelimesiyle aynı değil ve (اخانت) diye bir kelime de yok.
Hain (خائن) var, hıyanet (خيانت) var ama ihanet (اخانت) yok!
Diller arasında kelime geçişlerinde bazı durumlarla karşılaşmak mümkün. Hatta Osmanlıcada bazı kelimeler var ki Arapçada kullanılmaz. Mesela rızık vermek manasında irzak (ارزاق) kelimesi. Haddizatında rızık kelimesi bu manaya da gelir, Arapça uzmanı hocamın dediğine göre. Fakat Osmanlı bunu kullanmış. Hatta Arapça kalıplara uyarladığı kelimeler olduğu gibi, aslında zaten çoğul olan kelimeleri bir de kendi çoğul ekiyle kullandığı da vakidir. Ki bugün hala kullanıyoruz. Mesela: evraklar, elbiseler, evlatlar…
Lakin ihanet kelimesinde durum biraz farklı. Kelimenin kök aldığı yerden değerlendirildiğinde (خ) ile yazılan bu kalıpta böyle bir kelime yok. Lügatlerin çoğunda böyle olmakla beraber, kullanımdan kaynaklı olarak (اهانت) kelimesine, mesela Kamus-u Türki’de ikinci mana olarak hıyanet verilmiş; Kubbealtı Lügatinde ise not düşülüp, “Arapça aslında “hâinlik, vefasızlık” anlamı yoktur” denilmiştir.
İhanet (اهانت) lügatlerde; tahkir, istihfaf, haksızlık, hor görme, vefasızlık manalarıyla yer almıştır. “Vatana ihanet etti” denildiğinde kullanılan tamlama ise hıyanet-i vatan (خيانت وطن)’dır. Bu işi yapana da hain (خائن) denilir.
Hain kelimesi bu topraklarda çokça telaffuz edildiğinden olabilir, onu çağrıştıran ihanet kalıbıyla zamanla örtüştürülmüş, zamanımızda ise harfler kullanılmadığı ve bilinmediğinden dolayı ve bir de özensiz lügatlerde hainlik etmek şeklinde kullanıldığı için biri diğeri zannedilmiş. Bu şekilde yerleşmiş ve hayatımızdan lügat de çıkınca detaylar gözden kaçmış; denilebilir…
Bu yazılanlar belki fuzuli gelebilir ama ben öyle düşünmüyorum. Kelimelerin aslını, manasını, nerede ve nasıl kullanıldığını bilmek önemli. Bu her türlü iletişimi kolaylaştıran bir durum. Ne anlatmak istediğimizi ve anlatılanın ne olduğunu bilmek elbette kıymetli.
Bir ara Isparta’dan İstanbul’a dönerken Kütahya civarında iyi bir yağmura yakalandık. Yanımda oturan arkadaş, yağmurun şiddetlendiği böyle zamanlarda Peygamber Efendimizin okuduğu (اللَّهُمَّ حَوَالَيْنَا وَلاَ عَلَيْنَا ، اللَّهُمَّ عَلَى الآكَامِ وَالظِّرَابِ ، وَبُطُونِ الأَوْدِيَةِ ، وَمَنَابِتِ الشَّجَرِ)[1] duasını okuyordu. Fakat (حَوَالَيْنَا وَلاَ عَلَيْنَا) değil de (عَلَيْنَا وَلاَ حَوَالَيْنَا) diyormuş. Yağmurun da şiddeti artınca aramızda latifeleşmiştik.
Gerek Rabbimizle gerek insanlarla olan iletişimde kelimeler ve detayları, hatta telaffuzları önemli. Ki hangi kelimeyi kullandığımız ve ne kastettiğimiz doğru anlaşılsın.
[1] Allah’ım, (yağmur) etrafımıza yağsın, üzerimize değil! Allah’ım, dağların ve tepelerin üzerine, vadilerin içine ağaç biten yerlere olsun!
