KARA DUTTAN ÖZÜR DİLEĞİM

Son akşam, Gölpazarı’ndayız. Yol üstünde uğrayacağımız yerlerdeki dostlara ikram etmek ve arada kuvve-i zaikamızı neşelendirmek için kiraz topluyoruz. O sıra yine gözüme çarptı kara dut. “Ne hüzünlü bir hali var bu mübareğin” dedi, yanımdaki ses. “Gözümüzün önünde akıp gidiyor; çoğu zaman meyveleri ayaklar altında eziliyor…” Doğru söylüyordu.

Eskimizin eli altındaki en kıymetli ağacıydı dut. İpekböceklerimiz için olmazsa olmazdı. Dut ağacından dallar keser, özenle ipekböceklerinin üzerine koyar, sonra da onların ince ince yemelerini seyrederdik. Kurttan kozaya dönüşmelerini izler, hemen öncesinde kozalarını örecekleri çalı ve ot toplayıp derler, onları da saplar aşağı gelecek şekilde yerleştirirdik. 

Dut, meyvesinden çok yaprağıyla kalmıştı aklımızda.

İmam-ı Şafii Hazretleri de “Allah’ın varlığına dair delilin nedir?” diye sorduklarında, “Dut yaprağı” demiş. “Duttan ipek böceği yer, ipek yapar; koyun yer, et ve süt yapar; geyik yer, misk yapar; arı yer, bal yapar. Aynı yapraktan bu kadar çeşitli madde yaratan ve yaptıran şüphesiz Allah’tır.”

Kara Dut’un meyveleri gözümüzün önünde sapır sapır dökülürken İstanbul’u hatırladım. Bizim oralarda hemen her sokak başında var. Çoğu evin garajı olmamaktan bahisle, arabalar yazları ağaç gölgelerini kovalar. Dut ağacı hariç! Çünkü arabanın üzerine düşen meyveleri çıkarması zor lekeler bıraktığı gibi, yerlere düşenleri de yolu renkli, yapışkan bir hale çevirir. Şehirlerde bu haliyle fark edilen dut ağacı ve üzümü, bundan dolayı uzak durulan bir “mahzun”dur.

Benim ve dergici arkadaşların bildiği bir istisnası vardı, elbette. Zihnim birden, evet rahmetli Asım Gültekin’e kaydı. “Benden başka kimler var?” dediği gayri resmi “Dut Sevenler Derneği” başkanı ve üyesi olarak “Dut Şenliği” düzenler, dost ve arkadaşları davet ederdi. Etimolojik derinliğe dut altında ulaşılır, dut ağacı vesileyle dostları ve sevenleriyle buluşurdu.

Dutu sevmesi bir yana, onunla ilgili her sene bir eylem içinde olması, onun bu akar gider haline üzülmediği anlamına gelmiyordu, zira dutun da fıtratı buydu. Tam da bundan bahisle “Dutu Tutmadan Olmaz” dediği yazısında şu cümleler de yer almıştı: 

“Ben her ne kadar birçok sözlük başka dillerden getiriyor olsa da dutu, Türkçenin mantığı içinde bakarak tutmak fiili ile alakalı düşünmenin mümkün olabileceğini ekleyeyim buraya. Tut tutabilirsen yani. Sen tuttum, tutacağım derken o düşüverir. İçin gider.”

Bizim de içimiz gide gide topladık kara duttan. Kiraza bakıp ona sırt çevirmek olmaz dedik. Ne var ki biz bir koparırken o üç tane bırakıyordu yere. Çarşaf serip toplamak gibi bir zaman da bulamadık. Asım’ın dediği gibi içimiz gide gide topladık…

Kara dut bizi nereden nereye getirdi. Rahmet olsun Asım’a. Dut’un bile elinden tutmuş, ceddine kadar gidip kimlerden, nerelerden olduğunu sorup soruşturmuştu. Bugün tut tutabilirsen dutun akıp giden meyvesini seyrederken, aramızdan ahirete giden niceler yer tuttu hatıramızda. Sadece kara dut mu? Neyi/kimi tutabiliyorsun? Var mı gitmeyecek olan?

Belki de; kendi halinize bakın, diyordu kara dut. Beni tutamayan sizler, kendinizi tutabilecek misiniz? Sevdiklerinizi, sevdiceğizlerinizi tutabilecek misiniz?

Ah be kara dut, canımı yaktın bak şimdi. Ama ne çare ki doğru söylersin. Yolda görüp ayakkabım kirlenmesin, aman arabamı altına çekmeyeyim lekelenmesinden ibaret değilmiş seninle iletişimimiz/ilişkimiz. Aslında sen, çok önemli bir ders veriyormuşsun. Bazen kara bir dut, yılların kara tahtasından daha öğretici olabilirmiş, diyormuşsun da ben bugün görebildim. Yeni fark edebildim.

Bundan böyle ben de sana dostum. Dut Sevenler Derneği aktif olur mu, bakacağım. Ama senden ders almaya hep devam edeceğim.

Geç kaldığım senden için özür, etrafımızda bunca marifet dersini koyan Rabbimizden affımı dilerim.

Yorum bırakın